SELÇUKLU DEVRI TÜRK TARIHI ARAŞTıRMALARı 313
bil, dâd —beg'in divân-ı mezâlim''in daimî başkanı olduğu hususunda Dr. Hor s t'un ileri sürdüğü ihtimal üzerinde durmak gerekir24. Selçuklular'da hükümdarın, hükümdarlık sarayını (dergâh, bârgâh, hazret) hazine ile birlikte, savaşlarda dahi yanında bulundurmasını göçebe hayat tarzına bağlayan Sanaullah'ın fikrini25 Dr. Horst da kabul etmektedir. Ona göre, saray, vergi geliri ile beslenirdi. Melikşah zamanında, Taşthârıe, Hârezm haracı'nı; Câme—hâne Huzistan'ın vergisini alırdı. Oğuzlar, Sancar'ın mutbahına yılda 24.000 koyun verirlerdi. Mutbak ve tavla (istabl) bir müşrif'in emrine verilmişti. Selçuklu hükümdarının sarayı, daha önce Sâmânoğulları ve daha sonra Hârezmşâhlar zamanında olduğu gibi, vekil 26 vasıtasiyle idare ediliyordu. Dr. Horst'a göre, bu devlet adamı, "vekîl-i dîvân-ı /tâşş" tan da, Hârezmşâhlar zamanı vesikalarında geçen vekil-i der den de ayrıdır; Vekil-i der memuriyeti şüphesiz vekil memuriyetinden çıkmış- tır. Hârzemşâh Alâü'd-din Mehmed, vezirin gördüğü vazifeleri altı kişilik bir heyete havale ettiği zaman, bunlar arasında "vekil-i der" de vardı. Dr. Horst, bundan sonra vesikalara istinaden, vekil—i der'in vazife ve salâhiyetlerini, devlet hayatındaki rollerini ve maaşlarını v.s. anlatmak- tadır (2000 altın dinar ve 20 yük buğday). Kâdı—yi dergâh, büyük hâcib (emir hâcib—i kebîr), hâcibler (huccâb), emir—i şikâr (= av emiri), emir-i mutrib (saray muzikacıları emiri), hükümdarın nedimleri (nüdemâ), sayısız saray hizmetkârları saray memuriyetlerinden sayılmaktadır. Dr. Horst, bundan sonra hükümdarın şahsî Mri6'inin emir-i şikâr- ın, emir-i mutrib'in ve nedimlerin vazife ve salâhiyetlerini bildirmektedir27.
24 Anadolu Selçuklu hükümdarı Büyük Alâeddin Keykubâd, işlerinin çokluğu dolayısiyle, bu işi emir—i dâd\ bırakmıştı, bak.: O. Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1958, s. 132 (İbn Bibi'ye istinaden). 25 Bk. The Decline of the Salûqid Empire, Calcutta, 1938 s. 7-8. 26 Sâmanoğulları zamanında "vekil" dense bile (bk. W. Barthold, Turkestan, s. 229), Selçuklular zamanında "vekîl-i lıâşş" adı verildiği Nizâmü'l-mülk tarafından açık- ça ifade edilmektedir, (bk. Siyasetnâme, nşr. Halhâlî, Tahran, 1310, s. 63). Ch. Schefer basımında başlıkta "hâşş" kelimesi bulunduğu halde metinde hazfedilmiştir. (bk. Siasset Na- meh I, 1891, s. 81 W. Barthold, "Vekil" olarak aldığı için, Dr. Ilorst'da aynen muha- faza etmiştir.
314 MEHMET ALTAY KYME
Dîvân-ı Haşş (s. 19-22) -
Hükümdarın sahip olduğu arazinin idareciyle meşgul olan makama "Divân-ı hâşş" denir. Dr. Horst'a göre, Hârezmşâh İl Arslan zamanında "Dîvân-ı Hazret" adiyle geçen makam da pek büyük bir ihtimal- le "Dîvân-ı hâşş" ın vazifesini görür. Keza o S an car zamanında "Divân-ı istifâ—yı lıazret müessesesinin Dîvân—ı hâşş'1 ın bir dairesi olduğu fikrindedir.
Dîvân-ı hâşş hükümdarın bütün tasarrufatını idare eder. Bunların ad- ları kaynaklarda şöyle geçer: emlâk (-i hâşş), eshâb—ı hâşş, emlâk—i hâşılât-ı dîvân, ziyâi ve ''akâr, miistagallât, müsta'carât.
Dîvân-ı hâşş, Maliye dairesiyle bütün bunları idare eder. Seçuklular zamanında münferit hükümdar arazisini idare edenler, galiba, vekîl (veya vekîl-i dîvân-ı hâşş) adını taşıyordu. H ârezmşâh'lar zamanında ise aynı işi, Dr. Horst'un tabiriyle, "eyâlet veziri" görüyordu.
Bu divânın emrinde büyük sahalar bulunabilir veya bu divân emrine büyük sahalar, valilerin idare sahası çevresindeki sahalar, ekseriya eyâletler, dîvân-ı a'Zd (en yüksek divân) nın emrine de verilebilirdi. Bu taktirde mer- kezî idare bu sahaların idaresini "Hükümdarı temsilen" (ber sebil-i niyâbet—i hazret) bir valiye havale eder veya fevkalede salâhiyetli bir zat gönderilir.
Dr. Horst, verdiği bu izahatın anlaşılmasının kolay olduğunu söy- lemektedir. Çünkü tedbir bu sahalarda hüküm süren huzursuzluk ve düzen- sizlik sebebiyle alınmıştır. Dr. Horst'a göre, hükümdar belki de, bu anor- mal durumu, sahayı Dîvân-ı hâşş,a. katmak için bahane olarak kullanmış- tır. Zira fevkalâde salâhiyetli devlet adamına ezcümle bir savaştan sonra inhilâl (mahlûl) eden iktâ,ı divân—ı Mşş'a katmak vazifesi de verilmişti. Bu ber halde iktâ sahasının bundan böyle hâşş arazi olduğu manasına gelir. Hâşş arazi hükümdarın şahsî malıdır. O, bundan hanedan mensuplarına iktâlar'da bulunur veya mülk olarak verir. Dr. Horst bu hususa dair Hârezmşâh Tekiş zamanından iki misal vermektedir.
Hükümdar'a ait bir arazi parçası "temlik" yoliyle ve mülk olarak (ber sebîl-i mülkiyet, be ism-i mülkiyet) başka ellere geçince, yeni sahibi bu
27 Saray hizmetkârları vesikalarda eshâb-ı hazret, ,azizim t dergâh, bendegân ve hizmet- kârân-ı dergâh, mülâzimân-i hazret ve muteberân-ı hazret umumî adlariyle geçmektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 315
arazi parçasını istediği gibi, serbestçe kullanır.28 Mâlik, satma (bey), hibe, de- ğişme (ikrar), rehin, vakıf vs. haklara sahiptir. Temlik edilen köye mülk (hâlise) gözü ile bakılması, onun yeni sahibinin tasarrufuna bırakılması ve sayılan tasarruf hakları (taşarrufât-ı mâlikâne) na dokunulmaması hususun- da dîvân-ı hâşş memurlarına talimat verilmiştir. Yeni mâlik, temlik''i kabul etmekle mülkiyetindeki arazide sükûnu ve nizamı te'min, dünyevî adaleti (hükm) icra etmek ve vergileri toplamak mükellefiyetini de kabul eder. Temliki müteakip bazan vergi iskatı yapılır. Böyle hallerde divan me- murları hiç bir talepte bulunmazlar (te'alluk ne—sâzend). Çünkü "şu kadar" dinar mikdarmda tesbit edilmiş arazi vergisi (harac-ı mukannen) müddetsiz olarak (be - devam) yeni mâlik'e bırakılmıştır (muskat). Bu sebepten bu mik- dar arazi vergisi (mikdar-ı mâl—i haraç) vergi kanunları (kâvânîn) ndan ve defterler (defâtir)den silinir (mahv gerdanend). Gelecekte artık hesap edil- mez (der i'tidâd neyârend). Bu taktirde Dr. Horst, varlığı muhakkak olan geri kalan vergilerin ne gibi muameleye tâbi tutulduğunu vesikalardan çı- karmak mümkün olmadığına, haklı olarak işaret etmektedir. Zira bir taraf- tan yalnız arazi vergisi muaf tutulduğu halde, diğer taraftan divan memur- larına temlik olunan arazi sahibinden hiç bir talepte bulunmamaları emre- dilir. Sözü tekrar Dîvân-ı hâşş meselesine getiren Dr. Horst bu divanın hiç olmazsa Sancar zamanında, Dîvân-ı istifâ-yı hazret adını taşıyan hususî bir maliye dairesi olduğunu kaydettikten sonra, baş şehir bölgesinin, yani şehrin pazar sahasının (rustâ) ve nevâhisinin doğrudan doğruya hususî bir müstevfı'nin idaresinde bulunduğu kanaatini izhar etmektedir. Dr. Horst, doğrudan doğruya dîvân-ı hâşş''a. tâbi sahaların malî iş- lerinin Dîvân-ı lıâşş''ın maliye dairesi tarafından idare edildiği neticesine varmaktadır. Ona göre bu, Sancar zamanı idaresi ve payitaht sahası için emniyetle söylenebilir. Yine ona göre, bahis konusu edilen zamanın diğer hükümdarları idaresinde de aynı veya buna müşabih olduğu neticesi belki çıkarılabilir. Hâşş arazi, malî bakımdan, diğer bütün maliye işleri gibi, selâhiyetli miistevfîler (miistevfiyân) enirinde bulunurlar. Müstevfîler, Dîvân-ı hâşş'a bu arazi için bilgi ve hesap vermek zorunda idiler. Divân-ı hâşş muha-
28 Dr. Horst, mâ/ifc'in serbestçe tasarrufu hususunda Tekiş zamanı vesikalarına dayan- maktadır. Aym esaslar Anadolu Selçukluları devrindeki lemlik'lerde de vardır, (bk. Os- man Turan, Türkiye Selçukluları hakkında resmî vesikalar, Ankara, 1958, s. 41. Osman Turan'ın bu vesikayı tefsiri (bk. s. 32) pek metne uymamaktadır.
316 MEHMET ALTAY KYME
sipleri (muhasibân-ı dîvân-ı hazret) ve her halde malî kısmın geri kalan memurları dahi, müstevfî-yi memâlik''in emrinde (nâibân) idiler. Bu kısmen sevk ve idare edicisi, belki de miistevfî-yi memâlik'in kendisidir. Bu kısım Dîvân-ı /lâşş'a ait vergileri idare eder ve nasıl sarfedileceğini tayin eder. Dîvân-ı hâşş'ın malî işlerinde müstevfiler'in selâhiyetli olmalarına mu- kabil, miişrifler (müşrifân) aynı dîvân—ı hâşşhn hesap işlerine bakıyor- lardı: Müteaddit vergi bölgeleri (a'mâl) nden meydana gelen bir sahanın müş- rı/'i, memuriyet sahası içindeki bütün hâşş araziyi, vergi hâsılatını (irtifâ'ât) ve maaşları kontrol eder. Sancar zamanında dîvân—ı işrâf'ın, "dîvân—ı hâşş mümessili" (Vekîl—i Dîvân-ı hâşş), her halde hâşş arazinin idaresine ait olan Curcân muamelâtı ve servet vergisi (ebvâbul mâl) için selâhiyetli olan bir mümessili (nâib—i dîvân-ı işrâf) vardır 19.
Has Hazine (hîzâne-yi hâşş) (s. 22-23). Dr. Horst, doğrudan doğruya tahta bağlı son müessese olarak has hazine (hızâne-yi hâşş) yi ele almaktadır. Ona göre, vesikalardan, has hazine, yani hükûmdar'm hususî kasasının, hususî bir terimden mahrum olan dev- let hazinesiyle aynı olmadığı, yalnız bir hazinenin bulunup bulunmadığı veya Sancar'm divanından çıkmış bir vesikada zikredilen hızâne-yi hâşş'm sa- dece hizâne adı ile geçen devlet hazinesinin yanında bulunup bulunmadığı hususunda bir şey çıkarmağa imkân yoktur. Yapılan hizmete mükâfat olarak veya resmî memuriyet alâmetleri olarak ihsan edilen şeyler, elbise (kisvethâ), hilcat, işlemeli elbise (kabâ-yi mutarrez), palto (lebâçe), gümüşle süslenmiş külâh (külâh-ı mugarrak),
29 Dr. Horst Dîvân-ı hâss hakkındaki bilgiyi muhtelif kaynaklara, ezcümle, müstevfî-yi memâlik tayinine dair Atsız'a ait bir vesika (bk. Ahk. var. 130 a vdd) ya; İl Arslan'a ait bir vesika (Ahk. vr. 22a vd) ya; bilhassa Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait iki vesika (bk. Ves. vr. 11 b vdd; 4 a vdd) ya; Melik tayinine dair yine Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesika (bk. Ves. vr. 136 a vdd) ya; Vali tayinine dair Sancar'a ait dört vesika (bk. At. s. 13 vdd; 69 vdd; 30 vdd, 67 vdd) ya; Eyâlet müstevfVsi tâyinine dair Sancar'a ait bir vesika (bk. At. 46 vdd.) ya; Eyâlet müşrif'i tâyinine dair yine Sancar'a ait bir vesika (bk. Ahk. vr. 10 b vdd) ya: Reis tâyinine dair Tekiş zamanına ait vesika (bk. Tev. s. 122 vdd) ya; Amil tâyinine dair, Sancar zamanına ait iki vesika (bk. At. s. 60; s. 66 vdd) ya; Nihayet in'âm'a dair Alp Arslan'a. ait bir vesika (bk. Ev. vr 2 a vd) ya; Tekiş'e ait bir ve- sika (bk. Tev. 43 vdd) ya; Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesika (bk. Ves, vr. 114 b vdd) ya dayanarak vermektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 317
mendil (destârçe) ve kemer (berbend) gibi giyim eşyaları, at veya kıy- metli binek hayvanı (merkeb-i giranmâye), altun veya altun kakmalı eyer (zîn-i zer), eyer takımı (sâhet), yular takımı (serefzâr), kuskun (parrdum); silâh, kalkan (siper), kılıç kemeri (kemer-i şemşîr); ahundan veya kıymetli taşlardan yüzük (hâtem), altundan veya kıyetli taşlardan gerdanlık (tavk-ı murassa); bundan başka bir ordu kumandanının alameti olarak davul (kûs) ve sancaklar (a'lâm) idi. Bu sayılanlar, vesikalarda ordu kumandanının (si- pâhsâlâr) ve sâhibH taraf'm alâmeti olarak gösterilir. Sayılanlardan anlaşılacağına göre, kûs ve sancaklar müstesna, aynı maddeler bir defa alâmet olarak, başka bir defa da, liyakat madalyası olarak, ihsan ediliyor. Nizâmü'l-mülk, devlet hazinesi hususunda "daha önceki hükümdar- ların hareket tarzlarının örnek alınmasını teklif eder: Devlet hazinesi iki kısma taksim edilmelidir. Esas servet için aslî hazine, sarfiyat için ise hazîne—yi harç. Vergi gelirlerinin en büyük kısım esas hazineye girmelidir ve ancak zaruret halinde bu hazineden alınmalı ve normal zamanlarda ise tekrar dol- durulmalıdır. Hazine, müstevfî-yi memâlik tarafından idare, rnüşrif tarafından kont- rol edilir ve hazinedarlar (hazene, miifr. hâzin) in ve mütebâkî personelin maaşlarını ödemek üzere muayyen bir vergi nevini ihtiva eder 30.
HANEDAN AZÂSININ MEVKİİ (S. 24-25) Dr. Horst, hanedan azâsı arasında, bizzat hükümdardan başka şeh- zadelerin de büyük roller oynadıklarını, eskidenberi adet olduğu üzere, her birinin mühim eyâletlere "melik" ünvaniyle tayin edildiklerini, bu arada yanlarına vezirler de verildiğini belirtmektedir. Bu hususta Alp Arslan'- ın, meşhur Nizâmü'l-mülk'ü, oğlu Melikşah'ın vezirliğine ve mürebbiliğine tâyin ettiğini misal olarak vermektedir. Müellif, Atabeg
30 Dr. Horst bu hususta bilhassa Melik tâyinine dair Gıyasii'd-dîn Pîrşah'a ait bir vesika (bk. vr. 136 a vdd) ya; Müstevfi^yi memalik tayinine dair yine bu hükümdara ait iki vesika (Ves., vr. 11 b vdd; vr. 41 a vdd) ya; Vekil-i der tâyinine dair Gıyasü'd-dîn Pîrşah'a ait bir vesika (Ves. ver. 48 b- 49 b) ya; Vali tayinine dair Sancar'a ait iki vesika (At., s. 69 vdd; s. 74 vdd) ya; Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesika (bk. Ves. vr. 78 a vdd) ya; Reis tayinine dair Sancar'a ait iki vesika (bk., At., s. 21 vdd; 26 vdd) ya; Amil tayinine dair meçhul bir hükümdara ait bir vesika (Res., vr. 95 b) ya dayanarak bilgi vermektedir.
318 MEHMET ALTAY KYME
ünvanmı alan bu mürebbilerin, Nizâmü'l-mülk müstesna, daima Türk emirlerinden olduklarını, sonradan büyük siyasî nüfuz kazandıklarını, hattâ müstakil sülâleler kurduklarını Cl. Cahen'e, Lambto n'a ve S a n a u 1- lah'a dayanarak kaydetmektedir. Bunlara Cl. Calıen'in başlıca kaynağı olan F. Köpriilü'yü de eklemek gerekir. (Bk. I. A. Ata mad.) Hanedana mensup kadınların da büyük roller oynadıklarına işaret eden Dr. Horst, bu hususa dair, biri Melik Şah'm karısı, diğeri Hârezm- şâh Alau'd—din Mehme d'in annesi olan iki Türkân hatunu misal olarak vermekte, bilhassa sonuncunun sarayı, veziri ve inşa divanı bulunduğuna işaret etmektedir. Dr. Horst'un verdiği bu bilgi daha W. Bartlıold tarafından or- taya konan ve devletin başta bulunan ailenin müşterek malı olduğu şekil- linde formüle edilebilecek olan Türk hâkimiyet telâkkisi çerçevesi içinde mütalea edilirse, daha iyi anlaşılır. Bu taktirde aile azasından olan prens- lere muayyen arazi parçası vermek, roller oynamalarını mümkün kılmak bu telâkkinin tabii neticesi olarak görünür 31.
MERKEZİ İDARE (S. 25-43 Vezir (s. 25 - 30) Merkezî idarenin başında vezir ünvanına sahip birisi bulunuyordu. Hârezmşâhlar zamanında, Al âu'd-din Mehmed tarafından vekîl-i der'lerden meydana gelen altı kişilik bir heyete tevdî edilinceye kadar mer- kezî idare yine vezir tarafından sevk ve idare edüiyordu. Dr. Horst'a göre vezirliğe dair elde mevcut vesikaları iki kategoriye ayırmak gerekir. Birinci kategoriden vesikalarda hükümdar veya melikler kendi vezirlerini yine kendderi tayin ederler. İkinci kategoriden vesikalarda ise melikin veziri hükümdar (sultan) tarafından tayin edilir. Fakat meliklerin vezirleri de me- muriyet sahalarında imparatorlukta sultanların vezirlerinin vazifelerini yap- tıkları gerekçesiyle, Dr. Horst vezirlikten bahseden ikinci kategoriden vesikaları da burada ele almaktadır. Dr. Horst'un her iki kategoriden olan vezirlerin aynı vazifeleri yap- tıklarını söylemesi doğrudur; fakat fikrimizce, Sultanlık vezirinin tayiııin-
31 Dr. Horst, bu basit bilgiyi A. K. S. Lambton (k. Institutions, s. 73 vd; 190)'a; Sanaullah (bk. The Decline of the Saljuqid Empire, s. 5) a v. s.; bir de, vezir tayinine dair Alp Arslan'a ait bir vesika (bk. Ev., vr. 2 b vd) ya; Tekiş'e ait diğer bir vesika (bk. Tev., s. 78 vdd) ya; İktâ tevcihine dair Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesika (bk. Ves. vr. 85 a vdd) ya daya- yanarak vermektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 319
den bahseden vesikaları meliklere ait vezirlerin tâyininden bahseden vesi- kalardan ayırmak ve ayrı mütalea etmek yerinde olur. Yazımızın başından zikrettiğimiz gibi, mesele İmparatorluğun yapısı ile ilgilidir. Melik, sultanın vasalı bir hükümdardır ve kayıtlı da olsa istik- lale sahiptir. Dr. H o r s t'un da pek güzel belirttiği gibi, vezir devletin en yüksek me- murudur ve yalnız hükümdara karşı mes'uldür. Ancak bir tane vezir mevcut- tur ve Osmanlı İmparatorluğundaki vezir-i âzam'a tekabül eder. Meliklerin vezirlerinin ve eyâlet vezirlerinin, eyâlet idaresine ait olduklarını söylemek ve bunları birleştirmek suretiyle yapılan hata kendiliğinden ortaya çıkıyor demektir. Vezir, lıükûmdar'ın vekilidir ve bu sıfatla muayyen meselelerde fer- manlar çıkarabilir. Dr. Horst bu hususta Sancar'ın veziri Kıvâmü'd- dîn Ebu'l — Kasım Dergüzinî'ye, gerektiği zaman kullanması için tuğrâsı'nı ve işaretini taşıyan boş kâğıtlar vermesini misal olarak zikre- diyor. Vezir hiç olmazsa ilk Selçuklular zamanında hükümdarın nezdine vasıtasız olarak girebilirdi. Daha sonra ise sivil bir memur olan vekîl—i der, veya bir asker olan emîr-i hâcib arada vasıta olurdu.
Vezir aynı zamanda merasimde, yabancı hükümdarlar ve vasallarla münasebette, muhtemel olarak mezâlim divanında (dünyevî mahkeme celse- lerinde) hükümdar'ın vekilidir. 0, raiyetin refahından mes'ul, bütün din ve devlet işlerinde salâhiyetlidir. Din adamlarını himaye ve kötülük yapan- larla mücadele eder. Memlekette emniyet ve nizamın kurulması için çalışır. Devlet işlerini "kalem ile'''' yürütür. Melikler (mülûk) ve kumandanlar (is- fehsalârân) da dahil olmak üzere, bütün devlet ricali bütün idare kolları ve memurları, idarî bakımdan vezirin emrinde idi.
Vezir, divan memurları (eşhâb-ı dîvân)nm üstüdür. Memurları tayin ve azleder. (Devlete) hizmet edenler (hadem ve haşemYin erzak ve maaşları (mevâcib)nı tesbit eder. Bundan başka vezir Devlet imâlathaneleri memur ve işçileri (kârdârân ve kârkunân—ı buyûtât) ni kontrol eder.
Vezirin malî idare işleri üzerindeki selâhiyeti hakkmda Dr. Horst eldeki vesikalara istinaden şu noktaları tesbit etmiştir: Vergi idaresine ne- zaret, tahsil edilen vergderin muayyen sahalarda kullanılmasına karar; ha- zineler (hazâ'in)in kontrolü.
320 MEHMET ALTAY KOYME
Dr. Horst, vezirliğin asıl öneminin malî sahada olduğu hususundaki La mb t o n'un görüşünü nakletmektedir. Lambton eserinde vezir Nizâmü'l- mülk'ün malî siyasetinden bahsetmektedir. Vezir askerî idare kadrosunda bulunanların da üstüdür; o imalâthane- leri (kârhanehâ) idare eder ve iktâc ve maaş ödeme (nârı—pare) tekliflerini karşı- lar. Dr. Horst, Lambton'a istinaden, Selçuklular'da iktâ sistemi- nin muhtemelen vezirin selâhiyeti dışında kaldığını kaydetmektedir. Dr. Horst, vezirin bu sayılan vazifelerin hepsini şahsen yerine geti- remiyeceğinin kendiliğinden anlaşılacağını belirtmektedir. Zira onun hangi vazifeleri yardımcıları (nüvvâb)na havale ettiği vesikalarda yer yer geçmek- tedir. Vergi sarfına nezaret ve imâlâthanelerin ve hazinelerin kontrolü gibi. Vezir muntazaman hükümdarının yanında bulunur; seyahatlerinde ona refakat eder ve seferlerine de katılır. Üstelik vezir bizzat ordu gönderebilir ve hattâ ordu sevk ve idare edebilir.O diğer yüksek rical gibi, şahsına bağlı askerî birliklere sahiptir. Bu birlikler önemli miktarlara ulaşabilirdi ve bir taraftan vezirlik makamının kudretini temsil eder, diğer taraftan da şahsî emniyetini temine yararlardı. Vezirlik müessesesi, devletin inkişafı için son derece önemli idi. Bu, Dr. Horst'a göre, bilhassa kabile resiliğinden kudretli hükümdarlık hali- ne gelen, buna rağmen hükümdarları kültürlü olmayan Büyük Selçuklu İmparatorluğu için doğrudur. Dr. Horst son Selçuklu Sultam Sancar'ın okuma-yazma bile bilmediğine işaret etmektedir. Ona göre se- leflerinin önemli ölçüde aydın oldukları zor kabul edilebilir. İşte bu sebeple vezirin Selçuklular zamanında fevkalâde bir mevki işgal etmelerine şaşmamak gerekir; vezirlik Nizâmü'l-mülk zamanında daha önce asla erişemediği bir seviyeye ulaşmıştır. Dr. Horst, vezirliğe verilen kıymeti belirtmek maksadiyle Sancar'- ın zamanında yapılmış vezir tayinine dair bir formanın baş tarafını aynen tercüme etmektedir: "En yüksek memuriyet vezirliktir; umumun işleri, insanlara ait mese- lelerin nizama uygun şekilde cereyan etmesi ona bağlıdır; memleketin aza- meti; haşmeti ve imparatorluğun nizam ve düsturu ondan gelir. Hakimiyet ve hükümdarlık sırası bize geldiğinden ve hakimiyetimizin güneşi dünya ül- keleri üzerinde parladığından beri, fikrimiz, devlete-Tanrı kuvvetlendirsin- itimada şayan, hakîm, faziletli, hayatı teiniz, saltanat düsturunu tanıyan, devletin istikbalini bilen, hükümdarların hayatını tasvir eden eserleri oku-
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 321
muş olan, hayat tecrübeleri bulunan bir vezir vermek istikametine yönel- miştir. Oyle ki, o bizi iyi işlere sevketsiıı. Tanrının hoşuna gidecek, geçici şöhret ve ebedî mükâfata ulaştıracak olana teşvik eden iyi yolları göstersin. Raiyet'in durumu hakkında hakikati bize ulaştırsın, bize müslümanların hak- kında bilgi versm; bütün bu hallerde bizim ne emretmemiz gerektiğini söy- lesin ve göstersin, önümüze koysun. Emrettiğimiz bütün bu hususlarda sözüne itimat etmek zorundayız". Dr. Horst bundan sonra vezirin lâkapları üzerinde durmaktadır. Kaynaklarda bu makamı işgal edenleri göstermek üzere vezir kelimesinden başka, şadr (kelime manası "göğüs"; mecâzi manası: "baş"), "destur" ("ni- zâm") ve hace-yi buzurg ("büyük üstad") kelimeleri de geçer. Vezirin lâkap- ları mevkiinin yüksekliğine uygun olarak pek çoktur. Dr. Horst Sancar zamanına ait adı geçen vesikadan aldığı lâkap- ları sıralamaktadır: Sâhib-i ecell-i mu'eyyed-i manşûr-i muzaffer, mecdu'l- mille ved-din, Şadrul islâm veH-müslimîn, Nizâmul-miilk ves- selâtîn, Kı- vâü'l—miilk ve '/— mille, safî el —imâm ve mecdu'l—enâm, seyyidu'l—vüzerâ fi l— âlemin, hace—yi buzurg. Sözü vezirlerin milliyetine nakleden Dr. Horst, onların hemen mün- hasıran gayri Türklerden, yani İranlı veya Arablardan olduklarını ve yerli memurlar muhitinden çıktıklarını tekrar etmekte ve 1122-1134 yılları arasında Sancar'ın vezirliğini yapmış olan Melımed b. Süleyman Kâşgârî Yağan (veya Togan veya Togar) beyin bir istisna teşkil ettiğini kay- detmektedir. Vezirlik, ekseriya ailede irsî idi. Bir vezir ne kadar mühim ve meşhur ise, irsiyet de o kadar fazla olurdu. Dr. Horst, bu hususta yine meşhur Nizâmü'l-mülk'ü misâl olarak almaktadır. Halefleri arasında üç nesilde sekiz tane kendi soyundan vezir geldi. Bunlardan beş tanesi oğulları idi. Kimlerin vezir oldukları meselesine gelince Dr. Horst, Lambton'a dayanarak, ekseriya sivil teşkilâttaki diğer memurların vezirliğe geç- tiklerini söylemektedir. Dr. Horst, Tekiş zamanına ait bir vesikaya istinaden bir maliye memuru (müstevfî)nin bir şehzadenin vezirliğine tayin edildiğini, Sancar zamanında da vezirlik yapmış olan Nâsıru'd-dîn Ebü'l-kasım Mervezî'nin (1127-1132) daha önce Münşî (şâhib-i dî- vân-ı inşâ) olduğunu misâl olarak vermektedir. Vezirlerin memuriyet müddetlerinin muhtelif uzunlukta oldukları ve bu hususta bir kaide bulunmadığı yolunda Dr. Horst'un ifadesini anlamak güçtür. Hiç ileri sürülmemiş saymak daha yerinde olur sanırız. Zira vezirlik -
F. 21
322 MEHMET ALTAY KYME
lere muayyen, bir müddet için tayinler yapddığına dair başka çağlarda ve başka devletlerde hiç bir misâle dahip değiliz. Dr. Horst, vezirlik za- manının uzunluğu veya kısalığı hakkında şu misâlleri vermektedir: Nizâmü'l-mülk, takriben 30 yıl boyunca Büyük Selçuklu imparatorlarından Alp Arslaıı ile Melik Şah'ın vezirliğini yap- mıştır. Buna mukabil, Melik Şah oğlu Mehmed Tapar, 13 yıllık saltanatı zamanında 6 vezir; Sancar ise 40 yıllık saltanatı zamanında 11 vezir istihdam etmiştir. Dr. Horst bir vezire ödenen maaşın mikdarı hakkında ancak Tekiş zamanına ait bir tek vesikada bilgi bulunduğuna dikkati çekmektedir. Bu vesikaya göre, vezir maaş ve masraf tazminatı olarak her halde yılda divân vergilerinden "şu kadar bin dinar" tahsisat (mersûm) alır. Bundan başka gösterdikleri faaliyetin karşılığı olarak vezirlere diğer memurlar gibi, iktâ da tevcih edilebilirldi. Vezirin çalışma yeri dîvân-ı vezâret'dir. Sevk ve idare edici olarak kendisinden başka faaliyet gösteren memur kendi vekilidir (Arab.: nâib; cemi: : nüvvâb; Fars.: nâibân). Nâib teriminin mânâsı üzerinde duran Dr. Horst, ilk manasının tem- silci ve mümessil olduğunu kaydediyor. Cemi halinde ise mesai arkadaşları, mâduıılar manasına geldiğini belirtiyor. Meselâ vezir bazı vezifeleri, "temsil- cileri"ne, nüvvâb veya nâibân'ma. havale ederse, bu taktirde şüphesiz vezir vekili (vezir nâibi) kasdedüemez; bilâkis, emrinde bulunanlar kasdedilmiş olur. Vezir nâibi hükümdar tarafından bir menşûr ile tayin edilir. Bir tane vezir nâibinin mevcut olduğu görünüyor. Bu da üstü olaıı vezir gibi bütün vazifelerde selâhiyet sahibi idi. Bu memuriyete ekseriya şâhib-i dîvân-ı inşâ ve tuğrâ tayin edilirdi. Bu makam sahibine vezirin yokluğunda mun- tazaman "sultanın veziri" gözü ile bakılıyordu. Dîvân-ı nezâret'tc, nüvvâb-ı dîvân-ı nezâret ten başka vezirlik kâtip- leri (hususiyle vezirlerin emirlerini yazanlar: muharrirân-ı hutût-ı vezâret) ve memurlar (gumâştegân) zikredilebilir. Vezirlik divanında hizmet eden yüksek bir memur (c umde-yi şudûr-ı vezâret ve 'udde-yi manşab-ı niyâbet) büyük bir âlim olduğu için ecdadı gibi İsfahan'da bir medrese'ye müderris olarak tayin edildi 32.
32 Dr. Horst, bu bilgiyi, esas itibariyle vezir tayinine dair Alp Arslan'a ait bir vesi- ka (bk. Ev., vr. 2 b vd) ya; Sancar'a ait üç vesika (bk. .İt..-. 48 vdd; Ahk., vr. 31 a vd.; vr. 37b vdd) ya; Tekiş'e ait iki vesika (bk. Tev., s. 75 vdd; s. 78 vdd) ya; Gıyasü'd-dîn Pırşâh'a ait bir vesika (Ve3. vr. 91a vdd) ya dayanarak vermiştir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 323
Divân-ı aclâ (En yüksek dîvân) (S. 30) Devlet idaresinin en yüksek organı dîvân-ı aclâ olup, sevk ve idare edeni de vezirdir. Dîvân—ı ac/â'nın içinde, aşağıda ayrı ayrı bahis konusu edilecek olan idarenin bütün kolları birleşmiştir. Şer'i ve örfî işlere bakan iki yüksek mahkemenin bu divân'ın dışında kaldığı görünüyor. Dr. Horst'a göre eyalet idaresi organları, Melik olan prenslerin vezirleri, belki eyâlet vezirleri, dîvân-ı al'â'nın emrindedir.
Divân-1 İnşâ, Divân-ı Tuğra (s. 31-36)
Bu divan, devletin hariçte ve dahilde bütün yazılı muhaberesinin ida- resi ve vesikaların hazırlanmasiyle görevlidir ve eldeki vesikalarda dîvân-ı inşâ veya dîvân-ı tuğrâ adiyle geçer. Bu divan'ın başında bazan münşî-yi memâlik ünvanını taşıyan bir kimse bulunur. Vesikalarda ise yalnız tuğrâ'î kelimesi geçer. Memuriyetin adı da aynıdır. Bir vesikada tuğrâ'î mahlasını taşıyan, akraba veya ecdadı bu memuriyette bulunan bir devlet adamı, vekîl-i der'liğe tâyin edilir. Bu münşeat mecmuasının müellifi olan meşhur Miin- tecebü'd-din Bedî, Sancar zamanında hem dîvân-ı inşâ reisi, hem de müşrif-i memâlik (tam adiyle sâhib-i divân-ı işrâf-ı memâlik) idi. Yukarıda işaret edildiği gibi, di.vân-ı inşâ'nm başında bulunan devlet adamı ekse- riya vezirin vekili (nâibi) dir. İnşa divanı sahibi, uslüb üstadı olmak zorunda idi. Çünkü Dr. Horst'un da haklı olarak belirttiği gibi, devlet yazılarının telifinde edebî şekil mükem- melliğine pek kıymet veriliyordu. Bu makamda bulunanlar arasında Dr. Horst'un bahis konusu ettiğimiz bu eserinde kullanılmış bir çok vesikala- rın müellifi Reşîdü'd-dîn Vatvât gibi yüksek şâirler de bulunuyordu. Tuğrâî, başında bulunduğu divan işlerinin yürütülmesinden mes'uldür. O, divandan çıkan her emirname (misâl) yi, her mektup (kitab)u ve her mu- habere (hitâb)yı son derece itinalı bir şekilde kontrol eder. Her yazı, tam tarihi ile bir deftere kaydedilir ve bu defter muhafaza edilir. Münşeât mecmuaları'aAa. büyük sayıda yer alan mektuplar, fetihnameler ve siyasî muhabereler umumiyetle muayyen bir şekil dahilinde kaleme alınma- dıkları halde, tâyin menşurları asırlar boyunca ehemmiyetli tarzda değiş- meyen az veya çok yeknasak bir şekle bağlıdır. Dr. Horst, bundan sonra Selçuklular ve Hârezmşâhlar devrine ait elde mevcut vesikaları Diplomatik (vesikalar ilmi) bakımından ele alıp işlemektedir. Bu cihet üzerine ayrıca duracağız.
324 MEHMET ALTAY KOYMEPÎ
Buradan vesikaların adlarına geçen D r. Horst, bunların misâl (emir- name), nadiren de menşur adlarını taşıdıklarını söylüyor. Ona göre, bu iki kelime ayni manaya gelmektedir. Çünkü bu vesikada kelime bir defa misâl, diğer bir defa da menşur olarak geçmektedir. Vesikaların kaleme alındığı dil Farsça'dır. Arapça konuşulan dil saha- sındaki memurlara gönderilen vesikalar istisna teşkil ederler. Vesikalarda daima tevkV, başka yerlerde ise ekseriya tuğrâ denen bir sembol veya işaret bulunur: İktâ ancak Sultanhn emi (fermân)i ve tevki'i ile olur. Râiyet, Sultan'ın tevki'i, tasvib (pervane)i, emirler (emsile)'i, (Maliye iş- lerinde) divan berâtları (berevât-ı divâni) olmaksızın bir şey yapmazlar. Tuğrâ meselesinde vesikalar dışındaki kaynaklara baş vuran Dr. Horst büyük Selçuklu sultanları zamanında bu işaretin vesikanın başında bulunduğunu, ok ve yay şeklinde olduğunu, altında sultanın ünvanı bulun- duğunu, Tuğrul Bey'in tevki''inin çomak şeklinde olduğunu, bu işaretlerin basılan paralarda da görüldüğünü büdirmektedir. Bundan başka Tuğrâ bir kaynakta tevki, diğer bir kaynakta tuğrâ ve tevki adı verilen işaretleri de ihtiva eder: Tuğrul B e y'inki, Vtimâdî 'ala'llâh (itimadım Tanrıyadır); Alp Arslan'ınki, yensuru'allah (Tanrı yardım eder); Melikşâlı'mki ve B e r k i y a r u k'ınki Tuğrul Be y'inki gibi; Mehmed Tapar'mki, Ista^antu bi'llâh (Tanrıdan yardım istedim); Sancar'ıııki, tevekkeltu ala'- llâh (Tanrıya tevekkül ettim) idi.
Hârezmşâh Alâu'd-dîn Mehmed'in Tuğrasında, Ab b âsi- ler için kullanılan, daha sonra Safevîler (1502-1736) için câri olan Zıllu'llâh fi'l—arz (Tanrı'nın yer yüzünde gölgesi) ünvanı bulunmaktadır. Hârezmşâh Celâlü'd-dîn, Berkiyaruk gibi i'timâdî 'ala'ilâhi (itimadım Tanrıyadır) işaretini almıştı. Hârezmşâh Tekiş'in karısı Türkân Ha- tun'un tuğrâsı ismetud-diinyâ ve' d—dîn ulug Türkân, meliketu nisâ'l-âle- min (Dünya ve dinin himayesi, dünya kadınlarının melikesi ulu Türkân) idi.
Tuğrâ kelimesi vesikalarda tek başına değil dîvân—ı tuğrâ şeklinde ter- kip halinde geçer. Tuğrâ'î iştikakı ise hem memuriyeti, hem de bu memuri- yeti elinde tutan devlet adamını gösterir. Başlangıçta TuğrâH'nin va- zifesi sadece tuğra çekmekti. Tuğrul Bey zamanında bu memuriyetin başında Türk soyundan genç bir emir bulunuyordu: Nizamü'l-mülk'ün vezirlik zamanından itibaren bu vazifeye İranlı bir memur tayin edildi ve dîvân—ı tuğrâ; dîvân—ı inşâ ile birleştirildi. Divan için her ikisi de zik- redilir.
SELÇKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 325
Dr. Horst'a göre emirnameler (emşilejde tevkî ile birlikte veya onun yerine mühür de tatbik edilip edilmediği hususunda vesikalardan bir neticeye vardamamaktadır. Tevkî, mühür manasına da gelir. Fakat tevkVin tuğra' ile aynı olduğunu edebî kaynaklardaki bilgiler göstermektedir. Mühür- ler başka şahıslarla ilgili olarak zikredilir. Yeni tayin edilen bir Valiye bir sultanlık mülıürü (hâtem-i hâşş) verilirdi. Kadı da bir mühür taşırdı. Hazi- neler mühürle miihürlenirdi 33.
Dîvân-ı istîfâ-yı Memâlik (s. 36-38) Istîfâ dîvânı, dîvân—ı a'Jâ'nm —mâlî işlerle uğraşan—ilk dairesidir. Bu divân'ın başında miistevfî—yi (küll-i) memâlik bulunur. Müstevfî, impa- ratorluğun bütün maliye memurlarının üstüdür. Buna saltanat divanı (dî-
33 Dr. Horst, dîvân-ı inşâ, dîvân-ı tuğra hakkında verdiği bu bilgiyi esas itibariyle vezir tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At. s. 48 vdd); Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (bk. Ves., br. 91a vdd); Tuğrâî tayinine dair Tuğrul Şah'a ait bir vesikaya (bk. Ahk., vr. 3a vdd); Müstevfî-yi memâlik tayinine dair Atsız'a ait bir vesikaya (bk. Ahk., vr. 130 a vdd; nşr. Tûysirkânî s. 78 vdd); Vekîl-i der tayinine dair Tekiş'e ait bir vesikaya (bk. Ahk. vr. 42 b vdd); Gıyasü'd- -dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya bak. Ves. vr. 48 b, 49 b, vr. 58 a vdd vr 104 b vdd); Vali tayinine dair Sancar'a ait dört vesikaya (bk. At., s. 30 vdi s. 67 vdd; s. 69 vdd, 74 vdd); İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ahk vr. 18 a vdd); Kadı tayinine dair Alp Arslan'a ait bir vesikaya (Ev. 4a vdd); Sancar'a ait iki vesik- kaya (bak. At. s. 57 vd; akk., vr. 115 vdd); Atsız veya Alp Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ar. vr. 17 b); İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk Ahk. vr. 79 a vdd); Reis tayinine dair Tekiş'e ait bir vesikaya (bk. Tev., s. 122 vdd); Eyâlet veziri tayinine dair Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait (bk. Ves. vr. 74 a vdd ve 110 vdd). Eyâlet müstevfîsi tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., 46 vdd; İkbâl, Vizaret, s. 28); Âmil tayinine dair meçhul bir hükümdara ait bir vesikaya (bk. Res. vr. 95 b); Muhtesib tayinine dair Atsız veya İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk At, vr. İH b vd); İkta tevcihine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. at., s. 84); Tekiş'e ait iki vesikaya (bk. Tev., s. 90 vdd; s. 95 vdd); Siyasî memuriyetlere dair Celâlü'd-dîn Mengübertî'ye ait bir vesikaya (bk. ks, s. 240 vdd); Evkafa dair Atsız veya İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ar., vr. 16 vdd); Tekiş'e ait iki vesikaya (bk. Tev. s. 46 vdd; 115 vdd); Taktir ve tavsiyeye dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. Ahk. vr. 40 a vd); meçhul bir hükümdara ait bir vesikaya (bk. Res. vr. 96 b dv) dayanarak vermektedir.
326 MEHMET ALTAY KYME
vân—ı hâşş veya fyazret) n ın maliye işlerine bakan kısmının mensupları da dahildir. Kendisinin, her memur gibi, bir vekili vardır. Bir yerde adı kaim- makam olarak geçen bu memuru bizzat kendisi tayin eder. İstifâ divanında hizmet eden diğer memurlardan sadece defter kâtipleri(ehl-i cerâid ve defâtir) ni biliyoruz. Vesikalarda miistevfî—yi memâlik'e devletin bütün şehir ve eyaletlerine mümessiller göndermesi veya her eyalete nâibler (nüvvâb), ve memurlar (gumâş- legân) koyması emredilimişse, bununla şüphesiz eyalet ve bölge maliye di- vanı idarecileri ve memurları kastedilmiştir. Bu daha aşağı kademelerdeki malî organlar, müstevfî-yi memâlik'e devletin bütün vergi işleri hakkında bilgi vermek zorundaydılar. Maliye Müfettişleri (mutaşarrıfân) ve memurlar (mutaşaddiyân) kendisine yazılı bilgi (rakam) verirlerdi. Divan vergilerini toplamağa selâhiyetli maliye müfettişi (mutaşarrıf-ı emvâl-i dîvânî) ona he- sap verirdi. Müstevfî-yi memâlik, ihmalci tahsildar (muhaşşıl)ı cezalandırır ve 'âmiller (cummâl)ı, bakiye kalan divân vergilerinden dolayı mes'ul tutar- dı; yani her halde bazı, bühassa zaruri hallerde müstevfî-yi memâlik bölge idaresinin en alt organlariyle ve ç âmillerle bizzat ilgilenir ve gerekirse mü- dahale ederdi. Müstevfî-yi memâlik''in, raiyete karşı umumi vazifeleri, me- muriyetiyle mütenasip olarak hususî bir ehemmiyet taşır. O, raiyetin duru- munu İslah eder, hakları ve mükellefiyetleri seyyanen taksim eder, raiye- tin vergi iltizam muameleleri (mucamelât) ile sevk ve idare eden muhitler (ru'ât) arasındaki münasebetin adüâne olmasını temin eder, yeni vergiler koymaz, fakat haklı taleplerde hiç ihmal göstermez. Miistevfi-yi memâlik, vergi toplanması hususunda ve vergilerin devletin ve sarayın diğer gelirlerinin idare ve kullamlnıasiyle ilgili bütün işlerde selâhiyetli idi. Ona her zaman devletin mâlî durumu, gelir ve gider seviyesi, bilhassa di- vânın gelir ve gider seviyesi hakkında bilgi verilmesi mecburidir (divan tabiri ile burada her halde dîvân-ı d'lâ kastedilmiş olmalıdır). O, bu hususta devlet bütçesinin müsbet bilançosu için gayret göstermek zorunda idi. Bütün gelir ve giderler hakkında defter tutulur, giren ve çıkanlar yazı ile tesbit edilir. Bu maksatla listeler (cerâid) ve defterler tutulurdu. Bun- ların bilhassa kavânin gibi carî olan hususlarda tutulması zarurî idi. Müs- tevfî—yi memâlik, vergileri tabiatiyle selâhiyetli c âmiller vasıtasiyle tahsd eder, bu vergilerin mikdarı "eskidenberi" tesbit edilmiş kanunlar ve defte- lerle eski örneklere göre tayin edilebilirdi. Bunlardan kimse ayrdamazdı. VergUerin bir kısmı dîvân-ı istifâ—yı memâlik''te listeler(cerâid) e kay- deden vergi iltizam mukaveleleri (muamelât) ne istinaden, mültezimler
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 327
(eşhâb-ı havalât) vasıtasiyle tahsil edilirdi. Mültezimler, vergi iltizam muka- velelerinden gelen vergilerin hesabını müstevfî-yi memâlik'e vermek zorun- dadırlar. Bütün yazılar (hatt), müstevfi-yi memâlik tarafından kendi el yazısı ile imzalanır (veya mühür, nişan ile) damgalanır. Hazineler (hazâin) de onun idaresi altındadır. O, hazinelerde bulunan para mikdarı (mikdar—ı defâiıı—i hazâ'in)ııı kontrol eder ve onları rehin (is- tiğrak) den korur. Vergilerin tahsili gibi maaşların muhtelif şahıslara ödenmesi de müs- tevfî-yi memâlik'in selâhiyeti dahilindedir. Keza malî bakımdan iktâ sis- temi de onun emrindedir. O, yalnız bu maaşların mikdarını ve ödeme müd- detlerini kontrol ve kaydetmekle, düzenli olarak ve zamanında ödeme yapıl- masına itina göstermekle kalmaz aynı zamanda bunları gayri kanuni iddia- lardan korur ve gerekirse ödemekten içtinap etmek ve hak sahibi olmıyan- ları listeler(cero£(Z) den silmek selâhiyetine sahiptir. İhtiyaç halinde kulla- nılmak üzere, bir miktar parayı elinde bulundurur. Bundan saray hizmetkâr- ları (bendegân, hidmetkârânjmn maaşlarını öder. Bir vesikada onların gelir- lerinin yükseltilmesi talimatı verilmiştir. Müstevfî-yi memâlik'e ödeme, maaş ve tahsisat (mersûm ve rusûm—ı istîfâ) şeklinde olur veya maaş yerine 5000 dinar kıymetinde bir iktâ ve buna tekabül eden -dîvân-ı arz ın tayin ede- edeceği- hububat (gaile)ı alır. 34.
Dîvân-ı işrâf-ı memâlik (s. 38-39) Dîvân-ı istifâ-yı memâlik'in yanında, onu kontrol etmek üzere, Dî- vân-ı a'lâ'nm malî kısmının bu adda ikinci bir vekâleti vardır. Bu divan için hiç bir vesika yoktur. Yalnız eyâlet idaresi ve bölge idaresi için elimizde vesika vardır. Bu vesikalardan, bu makamın, dîvân-ı istifâ-yı memâlik'e benzer şekilde dîvân—ı işrâf—ı memâlik adını taşıdığı çıkarılabilir. Buna uygun olarak bu divan'ın başında bulunan zatın, müşrif—i memâlik ünvanını taşı- ması gerekir. Sancar zamanına ait bir vesikadan müşrif—i memâlik'in aynı zamanda dîvân—ı inşâ'nın başında bulunduğu sabittir. Dîvân-ı işrâf-ı memâlik'in vazifesi, devletin malî idaresini en yüksek seviyede kontroldür. Bu idareye gelirlerinin sarfı hususu da taallûk eder. En yüksek makam olmak itibariyle eyalet dîvân-ı işrâf'lan buna bilgi verir- ler.
54 Dr. Horst, bu bilgiyi, müstevfî-yi memâlik tayinine dair Atsız'a ait bir (bk. Ahk., vr. 130 a vdd; nşr. Tûysirkânî, s. 78 vdd); İl Arslan'a ait bir; Gıyâsü'd-dîıı Pîrşâh'a ait iki vesika (Ves., vr. 11 b vdd; vr. 41 a vdd) ya dayanarak vermektedir.
328 MEHMET ALTAY KYME
Divân-ı nazar-ı memâlik (s. 39). Divârı-ı a'lâ'mn malî işlere bakan bir üçüncü divan'ı da budur. Dîvân-ı nazar—ı memâlik için sadece bir vesikada zikreddir. Vazifeleri hakkında hiç bir bilgi verilmez. Bu divanın başında bulunan zatın, diğer divanlar'ın başında bulunan- lara müşabih olarak, nâzır—ı memâlik adını taşıması icabeder.
Divân-ı c Ari (s. 39-41) Divân—ı carz, veya arapça dîvânii'l—ceyş ordunun umumî idaresine selâ- hiyetlidir. Bu divanın başında bulunan devlet adamına, şahib-i divân-ı 'arz denir. Bütün devlet için bir dîvân—ı arz vardır. Bir yerde dîvân—ı 'ârz der cümle-yi memâlik adiyle geçer. Bundan başka belki de eyaletlerde daha aşağı kademelerden divanlar da vardır. Muhtelif rütbede askerî şahısların ikta'larını, her türlü gelirlerini ve maaşlarını idare, birliklerin ve teçhi- zatının kayıt ve kontrolü divân-ı ' arz'm vazifesidir.
Dîvân—ı 'arz her rütbeden askerlerin tahsisatını, tesbit edümiş müd- deti içinde, tesbit edilmiş mikdardaki maaşı (vazife) öder. Mazideki cere- yanını, ahenksizlikleri bertaraf etmek maksadiyi e (dîvân-ı istifa' ya) bildir- mek zorundadır. Dîvân-ı 'arz, umumiyetle bütün askerî şahıslara kendi- rine tahsis edümiş para (hukuk) yı öder ve melikler (mülûk) in, emirlerin, birlik kumandanları (ser—haylân)ıun ve ordu kumandanları (siphesâlârân)nm, alt kumandanlar (hayl-tâşân) a tespit edilmiş miktardaki maaş (vazife)la.Tmı ödemelerinden sonra da, her halde bunların astları olan askerlere paraları- nın ödenmesinden mes'uldür. Diğer taraftan, askerî sınıf mensuplarının, divân nezdindeki iktâ ve maaş (mevâcib, mersûmât, erzâk, cerâyât) talepleri ancak dîvân-ı 'arz m malûmatı dahilinde yapılır ve yine ancak bu divan'ın talimatı (berât) ve vesika (pervâne) sı ile alınır.
İktâlar (İktâ'ât)ın idaresi de dîvân—ı arz'm selâhiyetli dahilindedir. Fakat bu divan iktâlara sahip olamaz veya müstakil kararlar alamaz. Maaş (vazife) hakkında olduğu gibi, mazide geçmiş düzensizlikleri divân'a bildir- mek zorundadır. Bunu her halde diğer maaş ve ücretler için de kabul etmek gerekir. Divân düzensizliklerin izalesi için emir verir veya teşebbüse geçer. Bir iktâ'ın mikdarı da dîvân-ı^arz tarafından değil, daha yüksek bir makam, mutad olarak bizzat hükümdar tarafından tayin edüir. Böylece bir müstev- fî'yi memâlik 5000 altun dinar değerinde tazminat ve buna tekabül eden miktarda hububat (gaile) alır. Bu meblâğ, müstevfî-yi memâlik askerî sınıf-
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 329
tan olmamakla beraber dîvân-ı c arz tarafından deftere kaydedilir. Zira yal- nız askerî personelin maaşları dîvân-ı arz'da, diğer memurların maaşları da selâhiyetli divanlarda işlem görür. Bunda en yüksek makam dîvân-ı is- tifâ-yı memâlik''tir. Müstevfınin maaşının dîvân-ı c arz'da deftere kaydedil- mesi şöyle izah edilebilir: Müstevfî'ye bu meblâğ doğrudan doğruya ödenmez; bilâkis o bunu bir iktâ'dan alır. Dr. Horst, bundan şu neticeye varmaktadır: Mülkü veya iktâ'ı kim alırsa alsın, sahibinin veya alıcısının sivil memur ve askerî personel olmasını dikkate almaksızın bütün iktâ'lar, dîvân-ı 'arz tara- fından idare edüir. Bu dîvân meblâğın miktarı -burada 5000 dinar- tesbit edildikten sonra iktâ'ı teşkil edecek olan mahalleri de seçer. Böylece iktâ sahibi bu yerlerden kendisine tahsis edilen meblâğı alabilir. Bundan başka savaş yapmak mükellefiyetinde olan şahısların iş görme kabüiyeti hakkında divân-ı carz a bdgi verilmesi mecburidir. Bu şahıslardan iktâ sahipleri (iktâ- dârân), (icrâhörân) ve birlik kumandanları (hayltâşân) zikredüir. Dîvân-ı 'arz iktâlar'ının ne kadar olduğu, bunlardan elde edilen gelirleri, yani maaşları- nın neye baliğ olduğu hususunda defter tutar ve bunun için ne gibi işler yap- mak zorunda olduklarını tesbit ve kontrol eder. Bu kayıt ve kontrolün dik- katli bir şekilde icrası, muayyen zamanlarda vukubulan resmi geçitler (isti- râi, arz—ı leşker) de, son derece ehemmiyet kazanır. Çünkü münferit askerî sınıf mensuplarının, birliklerin görünüş ve teçhizat bakımından mükellefi- yetlerini tatmin edici şekilde yerine getirip getirmedikleri tesbit edilir. Dîvân-ı carz,m başında bulunan devlet adamı, faaliyetinin karşılığı olarak, vesika'da mersûm, macişet ve in'ârn denen muayyen bir meblâğ alır. Bu üç türlü tazminat divân, yani dîvân—ı ' arz tarafından teferruatiyle tes- bit ve kaydedilir. Fakat ârız bunları nakden almaz: bir iktâ'dan alır. Her ne kadar vesikada bir iktâ tevcihinden açıkça bahsedilmiyorsa da, bu ikta ın -bununla mevâzi-i ma'îşet kasdedilmiştir-aynı zamanda ona tevcih edil- miştir. Bu iktâ'da ikamet eden raiyet, mâl-i mu amele ve hukûk—ı makta'âne'yı iktâ sahibi oları ârız'ın memurlarına götürür. Fakat bu gelirler kâfi gelme- diği için ona kendi memleketi olan Nişabur'da Hof sahasının reis'liği ek olarak verilmiştir. O bunun için (bu memuriyet için) mutâd olan mersûm ve merûfik'ı alır 35. Ordu (S. 41-43) Elde bulunan miinşaat mecmualarımda askerî memuriyetlere tayini bahis konusu eden vesika yoktur. Bunun sebebi askerî işlerin umumiyetle
35 Dr. Horst, bu bilgiyi cârız tayinine dair Gıyasü'd-dîn Pîrşâh divanından çık- ma bir tek vesikaya (bk. ves., vr. 43 bdd) dayanarak vermektedir.
330 MEHMET ALTAY KYME
idareden geçmemesindendir. Askeri birliklerin heyeti umumiyesi iki büyük kategoriye ayrdır: 1) Hükümdarın daimi ordusu. Bu orduyacasker adı verilir 2) Mahallî (territoriale) ihtiyatlar. Bunlar, emirlerin, meliklerin ve valilerin husu- sî ordularından mürekkep olup, cıınd adını taşırlardı. Bu iki terim (casker ve cund) vesikalarda. geçmez ve silâhlı kuvvetlerin daimî ve mahallî ordu diye tefriki tesbit edilemiyor. Silâhlı kuvvetlere miiselliha, (daimî ?) orduya ise leşker denir. Silâhlı kuvvetler mensupları, görünüşe göre, rütbe farkı dikkate alınmaksızın, ehl—i silâh, leşkeriyârı, sipahiyârı, ecnâd ve miitecennide adlarını taşıyorlardı. Son iki terim, etimoloji bakımından cıınd ile dgilidir. Bunlar belki de mahal- lî kıt'alarla münasebatdardırlar. Hayl (cemi: huyûl), süvari birlikleri ve atlı kabilelerdir. Gulâm kelimesi (cemi gılmân veya gülâmân), köle (askerler) i demektir. Muhtelif hallerde anlaşılması güç olan kelime haşern\lir. "Maiyet" manasına gelir. Çok geçen haşem ve hadem teriminin "askerî ve sivil hizmetkârlar" manasına geldiği görünüyor. İki vesikada geçen fyaşem kelimesini "kabile- ler", diğer vesikalarda ise "leşkeriyân" ve "miitecennide"x\m aksine "askerî maiyet" olarak tercüme etmek daha uygun düşüyor. Bir ordunun sahibi olan hükümdar, melik, vali vs. onun o esnadaki baş kumandanıdır. Bunların emrinde muhtelif subaylar vardır. Bu subayların rütbelerini sıralamak pek mümkün olmuyor. Orduyu sevk ve idare eden ge- neraller, görünüşe göre emîr-i isfehsâlâr ve bununla belki de aynı rütbede bulunan isfehsâlâr veya sipehsâlardıılnr. Bunlardan daha aşağıdaki kuman- danlar, mukaddemân, sâlârân, serheng ve süvari kumandanları olan serhay- lân ve Ttay/tâşâre'dırlar. Ordu teftişi (carz veya istirâi) dîvân-ı c arz ın yardımiyle başkumandan vasıtasiyle yapılır. Bu esnada ordu mensupları, ad, soy, tevcih (ithaf ?), ıkta'a göre kaydedilir. Hassa ordusunun özel bir kadısı (kâzi-yı haşem ve leşker—i hazret) vardır. Bu kadı devlet vakıf tesisleri (evkaf-1 memâlik)ni de idare eder 36.
36 Dr. Horst bu bilgiyi, melih tayinine dair Gıyâsü'd-din Pirşâh'a ait iki vesikaya (bk. Ves., vr. 95 b vdd; vr. 136 a vdd;) Vezir tayinine dair Alp Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ev. vr. 2 b vd); Sancar'a ait iki vesikaya (bk. At., s. 16 48 vdd; Ahk; vr. 37 b vdd); Gıyasüd'd-dîn Pirşâh'a ait bir vesikaya (bk. Ves. vr. 91 a vdd); Vali tayinine dair Sancar'a ait üç vesikaya (bk. At., s. 74 vdd; 30 vdd; 67 vdd); Eüknü'd-dîn Mahmud'a ait bir vesikaya (bk At., s. 42 vdd); İl Arslan'a ait bir vesi- kaya (Ahk. vr. 1 a vdd);
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 331
Posta ve Haber Alma Sistemi (s. 43) Devlet posta ve haber alma hizmeti (berîd), Bizans ve Sâsânî İm- paratorluklarında pek iyi bilinen, diğer bazıları gibi ilk halifeler tara- fından bunlardan alman bir müessese idi. İlk Abbasî Halifeleri berîd'i nıükemmelleştirdiler ve devleti, posta istasyonları ağı ile kapladılar. Posta hizmeti esas itibariyle devlete ait işlere mahsustu. Merkezî hükümet- ten ve merkezî hükümete resmî yazıların gönderilmesi, eyaletlerin durumu, raiyef'in devlete karşı tutumu, hükümetin en yüksek mevkilerinde bulunan- lara kadar, memurların davranışları hakkında mümkün olan bütün malû- matın gizlice toplanması bu meyandadır.
Dr. Horst bundan sonra posta ve haber alıua sisteminin, 11. asırda önemini kaybettiğini, Selçukluların hakimiyet sahalarında hu mües- seseyi taınamiyle kaldırdıklarını, bunun yerine gerektiği zaman hususî kur- yeler ve ajanlar, bâzan da güvercin kullandıklarını belirtmektedir.
EYALET İDARESİ (S. 43-53) Devletin İdarî bakımdan Taksimi (s. 43-45)
Devlet çok muhtelif çapta eyaletler (vilayet) e taksim edilmişti. Eldeki vesikalara göre, eyalet taksimatı hakkında tam bir fikir vermek mümkün değildir. Bir defa eyaletler zikredilmiyor. Diğer taraftan esas itibariyle asır- larca aynı kalmış eyalet taksimi zamanla öyle değiştiriliyordu ki, bazan müte- addit eyaletler birleştiriliyor, bazan da münferit eyaletler tekrar bir kaç eya- lete bölünüyordu. Bundan başka eyaletler sadece baş şehirlerinin adlariyle de gösterilebilirler. Böylece Cibâl eyaleti yerine Rey; Horasan eyaleti yerine Merv konabiliyordu.
Vesikalarda geçen Vilâyât şunlardır: Alp Arslan Zamanında: Kuhistan (nevâhî ve havalisiyle)
cArız tayinine dair Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (bk. Ves. vr. 43 vdd); Kadı tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., s. 58 vdd); Tekiş'e ait bir ve- sikaya (bk. Tev., s. 56 vdd); Şahne tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., s. 80 vdd); Reis tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., s. 21 vdd); Vakf'a dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., s. 53 vdd); Tekiş'e ait bir vesikaya (bk. Tev., s. 115 vdd) dayanarak vermiştir.
332 MEHMET ALTAY KYME
Sancar Zamanında: Gıırgân ICurcân (nevahisi ile), Mâzenderân, Rey, Belh (tevâbii ile) Merv, Tûş (tevâbii ile), Dihistân, Atsız Zamanında: Nesâ, İl Arslan Zamanında: Ferah (Sistan'da), Türkistan, Buhârâ, Tekiş Zamanında: Cend, Bercenlig kent (tevâbii ile), Curcân, Dihistân, Hârezm, Pîrşâh Zamanında: Irâk (-i 'Acem), Kirman (komşu Vilâyet ve tevâbii ile),
Dr. Horst'a göre, eyaletler az veya çok müstakil melikler (mulûk), valiler (vulât) veya eyâlet vezirleri (vüzerâ) (yalnız Hârezmşâhlar zama- nında) tarafından idare edilirdi. Melik ve vali mefhumlarının hudutları vazıh olarak çizilmemiştir. Öyle ki, şehzadeler ve müstakil hükümdarlar ekseriya vali olarak gösterilirler. Üstelik eyalet idaresi bakımından melik ile vali arasındaki farkı önemsiz sayan Dr. Horst bu sebeple iki memuriyeti valiler faslında bir arada ele alacağından bahsetmektedir. Tâbilik yalnız şeklî idise, bu taktirde meliklerin vesikaya istinaden tayin- leri bizzat hükümdar vasıtasiyle olurdu. Nasıl ki, müstakil hükümdarlar da uzun zamandanberi kudretten mahrum halde bulunan halifelerden bir tayin menşuru alırlardı. Fiilen hükmeden hükümdarın durumunun böyle hukuken tanınması bir vesikada geçer. Burada tâbilik görünüşü mahfuz kalmaktadır. Kirman
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 333
eyaleti "kudretli sultanın sevgili kardeşi"ne ayrılır. Bununla daha sonraki ilk Kirman Hükümdarı Kutluğ Han, Burak Hâcib bahis konusu olabilir. Kutluğ Han, bu eyâleti 1222-23 de ele geçirdi. Bu vesikayı alan kimse hükümdâr ve kumandan olarak gösterilir. Adı Cuma Namazında hutbede ve kendi hakimiyet sahasında basılan paraların üzerinde zikredilir. Dr. Horst'a göre, bu, emirnameyi verenin hakimiye- tinin sadece ismen olduğunun açık delilidir. Zaten vesikada daha önce geçen mücadelelerden ve hakimiyetin taksiminden söz ediliyor. Bu sahanın tevcihi, daha iyi ifadesiyle, terki saııki bir iktâ bahis mevzuu imiş gibi, nizam gereğince, Dîvân-ı ' arz a kaydedilir. Emirname (misâl) de ve kısmen sadece hitabet kıymetine sahip olan şartlar eşhâb'ı etraf'a, yani mahallî prenslere mütealliktir ve dikkate şayandır: eşhâb—ı etrâf, onun selâ- hiyet ve haklarına dokunmıyacaklardır. Ekserisi vergi tayini olan müte- baki tedbirler, hakimiyet tevcihi bakımından pek önemli değildir. Çünki vergiler daha önceki hükümdara değil, yeni hâkimine ödenecektir. Dr. Horst vergi meselelerini aşağıda ayrıca ele almaktadır. Bir vesikada bir melik''in Irak-ı 1 Acem'e tayini geçmektedir. Tayin edilen Rüknü'd-dîn Mes'ud, Mevlânâ, Sultanu'ş-şerî'a, imam ünvanımn da gösterdiği gibi, bir hukukçu ve din adamıdır. Birliklerinin başında kâfir- lere karşı mücadeleye çıkmıştır. (Bununla her halde Cengiz Han Moğol- ları kastedüiyor). Kendisinin şimdiye kadar ki memuriyetleri -kadılık (kazâ), hanefîlerin reisliği (riyâset—i eshâb—ı imâm—ı a'zam), hatiplik (hitâbet) ve baş şehir Isfehan muhtesiblik (hisbet) i ek olarak muhafaza eder. Emirnamede sayılan melikle ilgili vazifeler tamamiyle umumî mahiyettedir 37. Dr. Horst'ım devletin eyaletlere bölünmesi, buralara tayin edilen melikler'le valilerin statüleri hakkında verdiği bilgi, eserinin en zayıf bahsini teşkil etmektedir. Devletin yapısını iyi kavrıyamamaktan ileri geldiği anla- şılan bu vuzuhsuzluğu, muhtelif bahislerde de görmekteyiz. Yazımızın ba- şında da işaret ettiğimiz gibi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu bir devletler topluluğudur. Bu İmparatorluğun idarî teşkilâtını anlıyabil- mek için bu noktayı hiç hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Mesele böyle or-
37 Dr. Horst bu bilgiyi esas itibariyle vali tayinine dair Alp Arslan'a ait bir (bk. Ev., vr, 3 a vd); Sancar'a ait yedi (bk. At., s. 13 vdd; s. vdd; s. 30 vdd; s. 38 vdd; s. 67 vdd; 69 vdd; s. 74 vdd); Rüknü'd-dîn Mahmud'a ait bir (bk. At., s. 42 vdd. 7; Atsız'a ait bir (bk. Ahk. vr. 57 a: nşr. Tûysirkân, s. 33 vdd) İl Asrlan'a ait iki (bk, Ahk. br. 17 vdd; vr. 1 a vdd); Tekiş'e ait iki (bk. Tev. s. 13. vdd; s. 38 vdd); Gıyasü'd-dîn Pırşâh'a ait bir (bk. Ves., vr. 78 a vdd) vesikaya dayanarak ver- mektedir.
334 MEHMET ALTAY KOYME
taya konunca, İmparatorluğu meydana getiren muhtelif kategoriden vasal devletleri, Dr. Horst'un yaptığı gibi, eyalet idaresiyle birlikte ele almağa imkân olmıyacağı kendiliğinden anlaşılır. Çünkü Büyük Selçuklu İm- paratorluğu hakim olduğu ülkeleri, vasıtasız veya vasıtalı olmak üzere başlıca iki şekilde idare ediyordu. Vasıtasız hakim olunan sahalar, valiler; geri kalan ülkeler ise vasal hükümdarlar tarafından idare ediliyordu. Merkezden tayin edilen bir memur olan vali ile muayyen vasallık şart- larını yerine getirdikten sonra metbûu hükümdarın menfaatlerine zarar ver- memek kaydiyle iç ve dış işlerinde müstakil olan tâbi hükümdarları bir ara- da ele almağa imkân yoktur. Valilik merkeziyetçilik sistemi içerisine girer. Halbuki vasal devleti bu sistem içine sokmak kabil değildir 38.
Vali (s. 45-48)
Bir eyaletin vali olarak gösterilen hâkimleri hiç bir zaman daima devlet memurları değildirler. Memurlar yanında Mâverâünnehr Karahanlıları gibi, memleketin eski yerli hükümdarları; Hârezmşâh Tekiş'in en büyük oğlu Nâsıru'd-dîn Melikşâh'ın Cend'e, veya Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'ın Kirman, Kiş ve Melcran'a tayini gibi hanedan mensupları da vardır. Vali, tayin edildiği bölgede, hükûmdar'ın vekilidir ve eyalet idaresinin bütün kollarında selâhiyetlidir. Vali hemen daima Türk soyundandır ve ekseriya tayininden önce ordu kumandanlığında bulunmuştur.
Bir valinin memuriyet vazifeleri arasında, bütün devlet ricalinde oldu- ğu gibi bir islâm hükümdarının raiyet'i hakkındaki mükellefiyetleri başta gelir: İlâhi emirlerin tatbiki, diniıı kuvvetlendirilmesi, raiye?e karşı yumuşak- lık ve adalet, refahın temini için gayret, sükûn ve nizamın muhafazası, yol- ların ve geçitlerin emniyetini temin, iyilerin himayesi, kötülerin cezalandı- rılması, zayıfların ve fakirlerin kuvvetlilere zenginlere karşı korunması, zâ- hitlere, seyyidlere, imamlara, sufilere, teologlara ve şeyhlere hususî hürmet gösterilmesi gibi.
Bütün raiyet gibi valilerin otoritelerine itaatle mükellef olan meşhur din adamları, bilhassa Peygamberin soyundan olanlar, hususî hürmet iddi- asındadırlar. Bundan başka bunlar devlet kasasından tahsisat alırlar ki
38 Büyiik Selçuklu İmparatorluğu'ııda vasal devlet sistemi hakkında daha fazla bilgi almak için bk. M.A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1963 s. 97 vdd.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 335
kaynaklarda şu adlarla geçer: Enzâr, erzak, rnd âyiş, idrar ât, acdâd, eşhâb-ı macâş, vucûh—i irıti'âş. Vali, yalnız din adamlarına hürmetkâr muamele etmekle mükellef değil- dir. Kendisine dinî meselelerde imamlarla ve teologlarla istişare etmesi tali- matı verilmiştir. 0, medreselere, kabiliyetli imamları müderris olarak tayin eder; medreselerin vakıflarını ve her halde diğer vakıfları usulüne uygun olarak idare veya idarelerine nezaret eder.
Vali vilâyetinin dünyevî meselelerine bakan hâkimidir. Bu sıfatla ona hüküm vermede ve suçluların cezalandırılmasında doğruluk tavsiye edilir. Kadılar (kuzât) onun emrindedirler, ona itaatla mükelleftirler ve vali- nin kontrolü altındadırlar. Fakat kadılar aynı zamanda onun desteğini de istiyebilirler. Vali, bütün memurların amiridir. 0 memurları liyakatlerine göre tayin eder, terfi ettirir, derecelerini indirir veya azleder. Valiye teologlarla bera- ber köylüleri ve toprak asilzadesi mensupları (dehâkîn) nı, tüccarları, za- naat erbabını bilhassa himaye etmesi tavsiye edilir.
Vali, emrindekilere halka adilâne muamele etmeleri, hiç bir bidat'te bulunmamaları veya daha önce hak olarak verilmiş olanları kaldırmamaları ve büyüklere bol maaşlar ödemeleri talimatını verir.
Malî idare de valinin emrindedir. En yüksek maliye memuru vali tayi- nine dair vesikalarda zikredilmeyen vilâyet müstevffsidir. Bölge müstevfV- leri (müstevfîyân) onun emrindedirler. Bunların yanında her halde bölge ve mahalde, vali tarafından tayin edilen ve "mutâd olan ve müsaade edilen'''' vergileri tahsil eden bir âmil vardır. Vali vilâyetinde en yüksek askerî kumandandır. Emrinde bulunan saha- nın askerî bakımdan korunması onun vazifesidir. Bu nokta lıudud sahala- rında bühassa mühimdir. O, baş kumandan sıfatiyle atlı veya yaya olarak ayrılmış olan, serhaylân, vükelâ, sâlârâıı, cazizârı-ı, dergâh ve eşhâb-ı etrâf gibi muhtelif askerî rical tarafından kumanda edilen birlikleri muayyen vesileler- le teftiş etmek zorundadır. Bu neviden muameleler bir vesikada şöyle sıra- lanıyor: Kayd (isbât), (maaş) ödeme (itlâk), ihsan (ifâ) ve sarf (infâk ?).
Vali, birliklerin teftişini şahsen yapmak zorundadır. Türkistan ve Mâ- verâünnehir valisi bu esnada her askerin ismini, soyunu, ihsan (ithaf ?) tari- hini deftere tesbit etmek zorundadır. Bu kayıt ve tesbit işi başkaca divân-ı carz'ın vazifesidir. Teftiş (isti'râz) esnasında vali her askerin durumunu
336 MEHMET ALTAY KYME
tetkik etmek ve her birinin tahsisat (mevâcib)ma uygun at ve silâh istemek zorundadır. Bercenlig Kent valisine, vilâyetinin en hiiera köşesine, hadiseler hakkın- da bilhassa düşmanların hareketleri hakkında bilgi verecek olan haberciler (miinhiyân) ve casuslar (câsûsân) göndermesi talimatı verilir. Bazı hallerde bir vilâyet "divanımız emrine alınmıştır'''' denilebilir. Bu- nun manası bir vali vilâyetini iyi müdafaa edemezse, veya savaş hadise- leriyle bir vilâyette durum kötüye giderse, hükümdar bu vilâyetin idaresini kendi eline aldı ve divan tarafından idare ettirdi demektir. Bu sonuncu divâıı'dan kasıt, ya dîvân-ı hâşş veya dîvân-ı a'/â'dır. Buna benzer durum Sancar zamanında olmuştur. Dîvân-ı inşâ ve dîvân-ı işrâf sahibi Müntecebü'd-din, tevâbii ile birlikte Dîvân—ı hâşş'm emrinde bulunan Gurgân vilâyetinde hüküm süren karışıklıkları bertaraf etmek üzere, muhtemelen muayyen bir zaman için, bir dereceye kadar fevkalâde selâhiyet ile buraya gönderilir. O, vilâyetin bü- yükleri ve reâyâ ile ilgilenecek, bazılarına iktâ vaadedecek, diğerlerini ola- ğanüstü vergderden afvedecek, idareyi yeniden teşkilâtlandıracak ve her şeyden önce iktâ sistemini düzenliyecektir. Bütün bunlar bir valinin ifa ettiği vazifelerdir.
Valilere ödenen maaşlar hakkındaki bilgiler son derece kıttır. "Vezirlik vazifelerini de ifa ettiği için", Türkistan valisi, vezirlere veril- mesi mutad olan tahsisatı (resm-i dîvân—ı vizâret) alır. Bu tahsisatın nev'i ve mikdarı verilmez. Başka bir vali, kendisine dîvân—ı carz tarafından vergiden muaf (in'âm) arazi olarak ayrılan Ribât-ı Tııganîn bölgesinin mâl ve mua- melât ve hişşe-i dîvânî'sini, maaş olarak alır. Alp Arslan'a ait bir vesikada bir ordu kumandanı, bir vilâyetin valiliğine tayin edilir. Aynı zamanda bu bölgenin, görünüşe göre, bütün ver- güeri iktâ olarak kendisine tevcih edilmiştir. Buna benzer muameleler San- car'a ait vesikalarda da bulunmaktadır. Bundan valilerin aynı zamanda vüâyetlerinin iktâ sahipleri oldukları neticesi çıkarılabilir.
Eyalet Veziri (s. 48-50).
Validen başka bir bölgenüı daha başka idareci memuru vardır. Bu ma- kam sadece Hârezmşâhlar idaresinde mevcuttur; bir eyaleti veya bir bölgeyi idare eder ve ekseriya vezir unvanını taşır. Bu tarz vezir, son Hâ-
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 337
rezmşâhlar zamanına ait vesikalarda vardır. Kaide olarak gayri Türk- lerden olan bu eyalet vezirlerinin mutad idare yanında mevcut olup olma- dığı, şu halde bunlardan bir kaçının bu eyalet valisinin emrinde bulunan herhangi bir sahayı idare edip etmediği -bu taktirde vali bu vezirlerin âmi- ridir— veya onların valiler çevresinde doğrudan hükümdara veya vezirine karşı mes'ul olup olmadığı, veyahutta bu müessesenin şimdiye kadar mu- tad olan idarenin yerine geçip geçmediği vâzıh değildir, ihtimal, bu vezir, hükümdara ait bir bölgenin idarecisidir. Bu taktirde o, Selçuklular'ın vekil'ine takabul eder. Eyalet vezirliği memuriyeti için kaynaklarda birçok deliller vardır. Meselâ Hârezmşâh Celâlii'd-dîn Mengubertî'nin biyografisi müellifi Nesevi, Nesâ veziri; Hoca Şerefü'l-mülk'ün halefi Mucîrü'l— mülk Kâfiu'd-dîn Ömer Nişabur veziri idi. Bir vesikada hâcib Şadru'd-dîn Ebu'l-Berekât el-Osmânî, kâfirlerin, yani Hıristiyan Gürcüler'in elinde olan Nahcıvân vezirli- ğine tayin edilir. Bu durumda bu şehrin hususî bir ehemmiyeti vardır. Zira yeni elde edilmiş hâkimiyeti kuvvetlendirmek, hıristiyanlarm nüfuzunu tahdit etmek ve umumiyetle sükûn ve nizamı tekrar tesis etmek bahis ko- nusudur. Yeni tayin edilmiş olan ve şimdiye kadar ki hâciblik memuriyetini muhafaza eden eyalet vezirinin vazifeleri hakkındaki bilgiler hıristiyanlarm durumu ve yeni müslüman efendileri tarafından kendilerine nasıl muamele edildiklerini aydınlatmaktadır. Dr. Horst bundan sonra hıristiyanlarm tâbi oldukları statü hakkında bilgi vermektedir.
Divân-ı Eyâlet veya Divân-ı Vilâyet (s. 51-52).
Bir vüâyette en yüksek makam, Dîvân-ı Eyâlet'tir. Bu divana Vali başkanlık eder. Vali'nin aynı zamanda şahne olan bir vekil (nâib)i vardır. Şu halde vali gibi nâib'i de yüksek bir subaydır. Eyâlet Divânı, tâli bölümler olarak, Dîvân-ı Îstîfâ'yı, Dîvân-ı İşrâf'ı, muhtemelen Dîvân-ı Nazar'ı ve Dîvân-ı Ari'ı ihtiva eder. Son iki dîvan hakkında vesikalarda her hangi bir kayıt yoktur. Bir melikin divanı, esas itibariyle, bir valinin divanından farklıdır. Melik- in divanı, bir dereceye kadar hükümdar divanına, şu halde divân-ı aclâ- ya benzer. Şu varki, melik, eyâlet divanında mutad olan memuriyetlerden başka, bir vezire ve tayin menşurları çıkaran bir divân—ı inşâ'ya da sahip- tir. Bu cihet muhtelif vesikalarda görülür.
F. 22
338 MEHMET ALTAY KYME
Melik'in veziri, hükümdarın vezirinden sadece şu bakımlardan fark- dır: Her iki vezirin mesuliyeti muhteliftir ve melik''in vezirinin selâhiyeti, saha itibariyle daha dardır. Dr. Horst bundan sonra Hârezmşâh Alâü'- d-dîn Mehmed ve Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh zamanına ait misâller ver- mektedir. Biz Ibnü'l-Esire istinaden Sultan Sancar'm yeğeni Gıyâ- sü'd-dîn Süleyman Şah için, vezir, atabey ve hâcib tayinine dair verdiği misali alıyoruz. Bir prens bir veya bir kaç viyâleti idare eden meliklik mevkiine sahip ise, —meselâ Horasan'ın idaresi Ahamenüer zamanından beri prenslere tah- sis edilmişti— bu taktirde, bu prensin veziri yalnız kendi efendisinin değil, aynı zamanda dîvân-ı a'lâ'nın da emrindedir. Melik'in veziri bir emirnâme (misâl) ile hükümdar tarafından tayin edilir ve ilgili prensler tarafından yine bir emirnâme (misâl) ile tastik edilir. Efendisine mahsus işlerin yürütülmesi ve normal idare vazifelerinin ifası prensin vezirine düşer. Daha önceki faaliyetinden kalma, meselâ dîvân ver- gileri idaresi (emvâl-i dîvânî) gibi, yani müstevfî ise, diğer vazifeleri de mu- hafaza etmişse, bunlar bir vekd (nâib) le yürütülür. Prens, vezirine hürmet etmeğe divân-ı a'lâ'nın nâib'i olarak tanımağa ve onunla bütün mühim ka- rarlarda istişareye teşvik edilir.
Eyâlet İstifa Divanı (Divân-1 İstifa) (s. 51-52).
Bir Vilâyetin malî dîvânı'na, dîvân-ı istîfâ denir. Bu dîvân'ın başında bulunan kimseye müstevfî denir ve bu sıfatla dî- vân-ı eyâlet'iıı üyesidir. Yanında müşrif ve ihtimal hakkında belge bulun- mayan nâşır bulunmaktadır. Kendisinin eyalet divanında diğer iş arkadaş- ları ve madunları hakkında vesikalarda başkaca hiç bilgi yoktur. Onun şüp- hesiz bir nâib'i, kâtipleri, defter tutanları ve başka memurları vardır. Bir vesikadan anlaşıldığına göre, işlerin düzgün cereyan etmediği mülâhazası- ile müstevfî saray (lıairet) da vazife gördüğü esnada, bu memuriyet nâibleri (nüvvâb) tarafından temsü ediliyordu. Memuriyet sahasının her yerine gön- derdiği diğer nâibler, muhtemel olarak, en alt kademeden müstevfîler (miis- tevfiyân) ve maliye idaresinin madun memurlarıdır. Bir eyâlet müstevfîsi'nın vazifeleri, tesbit edilebildiğine göre, müstev- fî-yi memâlik'in vazifelerine tekabül eder. Bunlar eyaletin bütün mali iş- lerinin yürütülmesinden ve has mülkün doğrudan doğruya dîvân-ı hâş'şın
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 339
emrinde bulunan sahalarının malî bakımdan idaresinden ibarettir. Fakat o, müstevfî-yi memâlik'e karşı mes'uldur. Bu suretle ilk islâmî devirlerde benzeri mevcut olduğu gibi, eyalet valisinin de bir kontrol hakkı vardır. O, vasıtasız vergileri, iltizam yoluyla gelen vergileri ve bunlardan yapı- lan sarfiyatı divanı vasıtasiyle kayıt ve tesbit eder. Salâhiyetine göre dîvân-ı istîfâ-yî memâlik'e ve dîvân-ı hâşş'a gönderilen hesapların doğruluğundan şahsen mes'uldur. Gelir sarfiyatında maaşların ve tahsisatın ödenmesi bakı- mından bazı kararlar verme salahiyeti vardır. Eyâlet müstevfî'si maaş olarak, dîvân-ın hüccetinde tesbit edilmiş olan ve daha aşağı kademedeki memurlar ve raiyet tarafından kendisine gönderi- len meblâğ (mersûrn) ı alır 39. Divân-ı î şr âf (s. 52-53). Yukarıda Dîvân-ı îşrâf-ı Memâlik hakkında söylenenler, daha aşağı seviyede olmak üzere, bir eyaletin dîvân-ı işrâf'ı için de muteberdir. Eyalet dîvân-ı istı/â'sında olduğu gibi, burada da her iki aşağı kademenin adında da hiç fark yoktur. Bu suretle tabiatiyle bazı hallerde hangi dîvân-ı istîfâ'- nın kastedildiği hususunda vuzuhsuzluk meydana gelir. Meselâ bir vesika- da bir maliye uzmanına Cürcân mu'âmelâtı'nda dîvân—ı işrâf nâi&'liği (niya- bet) tevcih edilir. Bu, onun eyalet müşrif'i'nin naibi olduğu mânasına gele- bilir. Lâkin daha ziyade Cürcân eyaleti için dîvân-ı işrâf-ı memâlik'in nâib- liğinin bahis mevzuu olduğu görünüyor. Yani, bilindiği üzere, en yüksek kademede nâib olan eyalet istîfâ dîvânı'nin sevk ve idaresi kastedilmiştir. Bu dîvân-ı işrâf'ın başındaki kimse, yani müşrif, bütün işleri kontrol eder. Bunlar hakkında istîfâ dîvânı'nin organları ile paralel olarak en tam şekilde defter tutar. O, mahallî idareye ait vergi yüklerinin taksimi (kısmet) ile de has arazi'nin malî işlerine ve evkaf'a. nezaret eder. Müşrif'e muayyen zamanda bütün malî işler hakkında bilgi verdmeli, kendisinin üstündeki divan'a yazılı rapor vermeli ve teklifleri müşrif'in önüne koymalıdır 40. Bölge İdaresi (s. 53-60). En alt kademeden olup valinin emrinde bulunan idare memuru reis (cemi: rüesâ) dir. Reis'in memuriyet sahası, bir mahal veya tevâbii ve saha-
39 Dr. Horst bu bilgiyi esas itibariyle eyâlet müstevfîsi tayinine dair Sancar'a ait iki vesikaya (bk. At., s. 46 vdd; Ahk. vr. 11 a vd.) dayanarak vermektedir. 40 Dr. Horst bu bilgiyi Sancar zamanımla eyâlet müşrifi ve tayinine (Ahk., vr. 10 b vd) ve Evkaf İdaresi'ne dair (At., 53 vdd) iki vesikaya istinadan vermektedir.
340 MEHMET ALTAY KYME
larla birlikte bir şehir veya değişik büyüklükte bir bölge olabilir. Vesikalarda geçen bölgelerin listesi şudur: Sancar Zamanında: Mâzenderân (Gurgân, Dihistan, Esterâbâd, Bistân, Celfedkân ve tevabii ile birlikte). Mâzenderân ve Cürcân. Serahs ve tevâbii. Bistâm kasabası ve nevâhisi. Tekiş Zamanı: Dihistan ve Cürcân hıttası. Gıyâsü'd-din Pirşah Zamanı: Höf. Meçhul Bir Hükümdar Zamanı: Filân nevâhi, filân kasaba ve vergi bölgeleri (a'mâl) ile filân.
Şu halde bir reis'in emrinde bulunan bölgeler -aynı hükümdar zamanın- da bile- pek muhtelif büyüklükte idi. ikinci bölge ile aynı olan listenin ilk böl- gesi ezcümle üç sahayı (Mâzenderân, Gürgân, ve Dihistan'ı) ihtiva etmektedir. Bunlardan her biri başka vesikalarda aynı sultan zamanında bile eyalet olarak gösterilir (bk. yukarı). Muayyen bir terimle ifade edümiyen bölge- nin yani bir reisin memuriyet sahasının, eyaletten daha üstünmüş gibi bir intibaa sahip olunabilir. Fakat hiç şüphesiz durum böyle değildir. Zira vali tayinine dair vesikalarda reis (ruesâ), valiye itaatla mükellef tutulur. Buna mukabil reis tayinine dair vesikalarda valileriden söz edilmez. Şu halde du- rum muayyen bir terimin olmamasiyle ilgili değddir. (Bir vesikada Dihistan ve Gürgân''ın bir defasında bölge (hıtta), bir defasında da vilâyet olarak geç- mesi gibi). Bilâkis bahis konusu sahaların bir defasında böyle, başka bir de- fasında şöyle gösterilmeleri ve idare edilmeleri vakıalariyle izah eddebilir. Eğer isimler vesikalara keyfi olarak dercedilmemişlerse. Zira kaynakları- mız, bilindiği üzere, orijinal vesikalar olmayıp örnektirler.
Reis (s. 54-56).
Reis, sivil bir memurdur ve yerli halkın asil ailelerinden gelir. Memu- riyeti ekseriya irsidir. Reis bu memuriyetle birlikte, meselâ bir nâi&'e havale ettiği mahallî müstevfilik gibi, başka bir memuriyet de alabilir. Bir defasın- da ,ârız, (şâhib-i'dîvân-ı'arz) yani Türk subayı olan bir iktâ sahibi, istisnai bir şekilde aynı zamanda iktâ sahasının reis''i olarak görülür.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 341
Reis, vali'nin, fevkalâde selâhiyetle gönderilen temsilcisinin, bundan başka malî işlerde üst derecedeki müstevfî'nin, malî teftiş işlerinde müşrif'in emrindedir ve aynı kademede ve alt kademede olan memurlara hürmet etmek ve onları desteklemekle mükellef tutulmuştur. Reislik divanın''na, dîvân-ı riyâset, sarâ-yı riyâset veya Arapça dâru'r- riyâse denir. Reis, bölgelsinde merkezî idare (dîvân-ı mâ)nm mümessilidir. Ken- disinin bir nâibi, bundan başka nâibleri, memurları (gumâştegân), şüphesiz başka memurları, yazıcıları vardır (bu sonuncular vesikalarda geçmezler).
Tanrı korkusu, Seyyidler'e ve büyüklere hürmet raiye?in refahı için ihtimam yanında, yani her devlet adamının umumi vazifeleri yanında, "iç" idare, malî idare ve adaletin kontrolü reıs'in vazifelerini teşkil eder. Her yerde nâibleri vardır. Civardaki köylerin reislerinin ve belediye reisleri (zu'amâ) 'nin âmiridir ve gerekirse memurları azledebilir.
Reis, raiye?le memurlar arasında mutavassıttır ve hükümete teklif- lerde bulunur. inzibat sistemi de reıs'in emrindedir. Ezcümle o, şa/ıne'yi tayin eder, onunla birlikte çalışır ve onu kontrol eder. Diğer taraftan şaline de reıs'in muvafakatiyle nakîb'i ve cases'i tayin eder. Her memuriyet meselesinde reıs'in muvafakatine ihtiyaç duyar ve bütün olup bitenleri reis'e bildirmek zorundadır. Reis, meskükâtı, fiyatları, ölçüleri ve ağırlıkları kontrol eder; muhtesib'e ve pazar nazırları (zu'amâ-yi esvâk) na nezaret eder. Bundan başka o, böl- gesinin malî idare yâni dîvân-ı mı?âmele ve kısmetlin ve dîvândı ' amePin şefidir. Yergi ve maliye işlerinde (resmiyât ve muamelât) selahiyetlidir, ve yukarıda da ifade edildiği gibi, bir durumda bizzat müstevffdir.
O, dîvân vergileri (emvâl—i dîvânî) ni iarâib ve tayyarâ?ı idare eder ve vergi tahsili esnasında raiyete şiddet tatbikinden, olağanüstü vergiler -avârız, zevâid, calef ve mu'en- konulmasından ve umumiyetle yeni vergiler ihdasından korunması, zaruret halinde raiyete yeni vergiler konulmak mec- buriyeti hasıl olduğu taktirde, yükün adilâne taksim edilmesi şiddetle ihtar edilir. Reis, müstevfîler,i desteklemekle mükelleftir ve müşrifler'e bütün ha- diseler hakkında bilgi vermek zorundadır. Reis, arazi vergisi kanunu (Kâ- nûn-i harâç) nu ellerinde tutan şâhib-i harâc'ı tayin eder. cAmiller (cum- âl) e nezaret eder. c Amiller memuriyetleriyle ilgili her işte reisHn tasvibine
342 MEHMET ALTAY KYME
ihtiyaç görürler ve reis'e bilgi verirlerdi. Vergileri örfe göre, zor ve kuvvet kullanmaksızın tesbit edilmiş mikdarlarda tahsil ederlerdi. Diğer taraftan ise onlar reıs'in desteğinden emin olabilirlerdi. Reis, hukuk sahasında da bölgesinde en yüksek memurdur. Kendisi bizzat dünyevî işlere bakan hâkimdir: Şikâyetleri dinler ve münazaaları halleder; kadılarla, imamlarla ve asillerle fikir birliği halinde ve şeriatın emirlerine göre, suçluları cezalandırır. Reis bütün kuiât ve hukkâm mahke- melerine bir nâib gönderir. Nâib luzumu halinde müdahale eder veya reis'e bilgi verir. Reis, hâkimlere hürmet eder, onları destekler ve kararlarını tanır. Reis, kadı'larm selâhiyetine giren miras ve vesâyet işlerine nezaret eder. Miras ve terekeler (mevârîs, terikât), vâris hazır bulunmadığı taktirde, reisin ve kadı'nm mühürleriyle mühürlenir. Nihayet şer'i işler ve bu çeşit işlere bakan memurlar onun uyanık dikka- tine tevdî edilmiştir. Yukarıda zikredilen, kadı''nın ve muhtesib'in memur- ları buna dahildir. Vakıflar (evkâf)a nezaret vakıf mahsullerinin vâkıfın şartına göre selâhiyetli makamlara şevki, bundan başka itimada şayan ol- mıyan vakıf idarecileri (mütevelliyân) nin ve maliye müfettişleri (mutaşarrı- fân) nin azli ve cezalandırılması da reis'in vazifelerindendir. Reis'e, mütevel- lileri taktir etmesi, desteklemesi, mühim sebep olmaksızın, selâhiyetlerine müdahale etmemesi talimatı verilir. Reis mescitleri, medreseleri idare eder. Cumalarda ve bayramlarda hatib ile namazı edâ eder. Hatib'e tahsisatı (mer- sûm ve rusûm) nı ve idare etmekle mükellef olduğu caminin vakıflarını verir.
Reis, maaş olarak mutâd miktardaki (ez vucûh-i ma'hûd) riyaset tah- sisat ve ihsanları (mersûm, rusûm) nı alırdı. Bunlar bölgenin raiyeti tarafın- dan getirilip '•ummâVa teslim edilir. Bundan başka, bir vesikadan anlaşıl- dığına göre, emvâl-i menkule (vükelâyi esbâb) bu bölgenin, yani Mâzende- rân ve Cürcân'ın, köylüler (berzîgerân)i ve müstegallât sakinleri, nuzûr ve caı;ârız'dan muâf tutulmuşlardır. Fakat bu muafiyet ancak reıs'in malı ve iktâî, emlâk ve arazisi nisbetinde olabilirdi. Bir vesikaya göre zikredilen ma- aşlar (idrârât). vergi iskatları (iskâtât), emlâk ve eşya (emlâk ve esbâb) reis- lik memuriyetiyle doğrudan doğruya ilgili değildir, sadece şahsı de ilgilidir. Bu sebeple bunlar başka bir yerde ele alınacaktır.
Dr. Horst, eyalet idaresinin altında bir kademe olarak, Bezirksveruıal- tung adını verdiği bir teşkilâttan bahsetmektedir ki, bu şimdiye kadar ortaya atdmamış bir yendik teşkil etmektedir. Reislik müessesesi hakkında
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 343
Müntecebü'd^-dîn Bedı'in verdiği bilgiyi iyi kıymetlendiren. Lambton'un yazısında böyle yeni bir teşkilât kademesinden bahsedümemektedir 41. Böyle bir teşküat kademesinin mevcudiyetini ortaya atmadan önce mucib sebepler üzerinde, bUhassa terimler üzerinde dikkatle durmak gere- keceği meydandadır. Biz reislik müessesesi hakkında verilen bu malûmatı kabul etmekle beraber, yeni bir teşkilât kademesi ihdasını ihtiyatla karşı- lamak gerektiği fikrindeyiz. Biz diğer kaynakları da dikkate alarak, bu mese- le üzerinde ayrıca duracağız42.
Divân-ı Istifâ, Divan-ı İşrâf s. 57)
Divân-ı a'lâ ve dîvân-ı eyâlet veya vilâyet gibi, reisin de divân-ı istifa ve divân-ı işrâf'ı vardır. Eyâlet istifâ divanı gibi sadece dîvân—ı istifâ denen bölge istifâ divanı, bölgenin mâli işlerini idare eder ve hesapları merkezî hükümet (dîvân—ı mâ)e gönderir. Eyâlet istifâ dîvânı''nin böyle bir hareketinin teamül haline gelme- mesi zor kabul edilebilirdi. Belki burada bahis konusu olan, dîvân-ı hâşş'tır. Bu yerin, has arazi veya doğrudan dîvân-ı hâşş'ın emrinde olan sahalara ait olması taktirindedir ki, izahı mümkün olurdu. Bir başka vesikada müstevfî aynı zamanda reis'tir. O, istifâ divanı'nın sevk ve idaresi için bir nâib tayin eder. İstifâ dîvânı'nin yanında onları kontrol etmek üzere eyâlet dîvân-ı iş- râf'ı bulunur. Bir vesikada zikredilen müşrifân'la münferit eyâlet dîvân-ı işrâfları'nin başında bulunanların bahis mevzuu olduğu anlaşılıyor. Bu müş- rifân'ı, vali, maliye müfettişleri (mutasarrıfân) ni kontrol etmek üzere tayin eder. Bölge müşrif'i bütün malî işleri tesbit, emlâk—ı hâşş'a. nezaret, darpha- ne (sarây-ı zarb)ji, münferit mıntıkalar (küre) mühür ve sikkelerini, pazar reisleri (mukaddemân—ı esvâk)ı köy belediye reisleri (zu'amâ)ni, inşaatı, ziaatı, tabiatiyle, âmiller ve diğer memurları vasıtasiyle kontrol eder. Öte taraftan o, raiyet'ı haksız vergi taleplerinden korur.
41 Bk. A. K. S. Lam bton, The administration of Sinjor's Empire, BSOAS, 1957, XX, s. 384-387. 42 Dr. Horst bu bilgiyi, esas itibariyle reis tayinine dair Sultan Sanear'ın divanın- dan çıkmış dört vesikaya (bk. At,., s. 21 vdd; 26 vdd; 40 vdd; 55 vdd); Tekiş'in divanın- dan çıkmış bir vesikaya (bk. T ev, 12 vdd) dayanarak vermektedir. îstinad ettiği bir vesika- nın (bk. Res. 93 a vdd) hangi hükümdar zamamna ait olduğu meçhuldür.
344 MEHMET ALTAY KYME
Bölge müşrifi maaş olarak kendisinin memuriyet sahasının vergilerin- den sâbit bir meblâğ alır43.
'Âmil (s. 57-58)
En aşağı kademeden maliye memuru, camil (cemi: cummâl, 'âmilân) dir. Divânı, dîvân-ı 'amel, aşağı yukarı "vergi divanı"dır. 'Âmil, takriben çevresiyle bir şehir, bir mahal (buk'a), veya mıntıka (hıtta) olan bir vergi bölgesi ('âmel) nin reisidir. Kendisi, vergi iltizam antlaşması (?mucamelât) nın emretmekte olduğu gibi, ya vergi bölgesinde ikamet eder veya sadece vergileri toplamak üzere bölgesi ('amel)ne gönderilir. Sancar zamanında doğrudan doğruya merkezî idarenin emrinde bulunan payitaht Merv bölge- sinin "dîvân'ı temsil etmek üzere" (be-niyâbet-i dîvân) bir c âmil''i vardı. 'Amil, her şeyden önce bir memurun mutâd vazifelerini yapmağa teş- vik edilir: Adalet, raiye?e karşı yumuşaklık, İslâmlığın himayesi, medeni- yetin yükseltilmesi, ziraatın, arazi ekiminin geliştirümesi, 'âmiVin asıl va- zifesi, pek muhtelif neviden vergileri toplamaktır. Bu, vergderi tespit edil- diği tarzda toplamak, tam mikdariyle sevk etmek, yani elde bulunan fer- mana ve dîvânhn vergi ödeme talimatı (berâvât) örneğine göre sarfetmek- tir. Reis, muameleyi çabuklaştırmak üzere, vergilerin toplanmasında 'âmiFi destekler ve şahne, emrindeki memurları gönderir. Bunlar vergi mükellef- lerinden topladıkları parayı, 'âmiPin talimatına göre kasaya korlar. Bundan başka, şahne, 'âmiPin şahsî emniyetinden mes'uldür. Ekseriya lâmil ile birlikte zikredilen bir memur da, mutasarrıf, yani bir nevi "maliye müfettişi" dir. Mutasarrıf 'm kelime manası, "tasarrufa hak kazanmış" demektir. Mutasarrıf kelimesi bu son manada, arazi sahibi, belki de (tahditlerle, veya burada sadece idareci demektir) iktâ sahibi (muk- tâ) ve evkaf idarecisi (mütevelli) için kullanılır. Başka bir münasebetle mu- tasarrıf, üstleri tarafından tayin edilen, cezalandırdıp azledüen ve vergi toplayan, toplanan vergileri selâhiyetli makamlara sevkeden, üst kademe- deki makamlara hesap veren bir memurdur. Lambton, mutasarrıf ke- limesini, vergi toplayıcı olarak tercüme eder. 'Ummâl ve mutaşarrıfân keli- melerinin ekseriya beraber geçmelerinden, mutasarrıfın 'âmil ile aynı ol-
43 Dr. Horst bu bilgiyi, reis tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At., 55 vd); Atsız'a ait bölge miistevfVliğine dair bir vesikaya (bk. Ahk., vr. 61 a vd; nşr. Tûysirkânî, s. 43) ve bölge müşrifi tâyinine dair meçhul bir hükümdara ait bir vesikaya (Res., 95 vd.) dayanarak vermektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 345
madiği istidlâl edilebilir. Bu sebeple Dr. Horst mutasarrıf kelimesini "maliye müfettişi'''' olarak tercüme ettiğini ,bazen bu kelimenin sadece "idareci" ma- nasına geldiğini kaydediyor 44. MVmâr, Emir-i âb (s. 59-60) Devletin refahı ve gelişmesi için arazi ziraati ve imarının ehemmiyeti, müteaddit vesikalarda ifade edilir. Dihkanlar (dehâkîn) ve köylüler (müzârV ân, berzigerân) den pek muhtelif vesikalarda bahsedilir. Yeni tayin edilmiş ricâl, ziraat (zirâ'at ve dehkanet) ve memleketin imarı (imaret)nı geliştirmeğe teşvik edilir. Bir valiye, köylüleri ve arazi sahiplerini askerler (mütecennide)ın saldırılarına karşı himaye etmek ve angaryalar (şâhkâr ve bîgâr)dan korumak talimatı verilir. Hârezmşâhlar zamanında ziraat ve inşaat için mVmâr adını taşıyan hususi bir memur vardı. Bu kelime hususiyle "mimar" manasına gelir. Fakat burada genişletilmiş manada "ziraat komiseri" manasını almıştır. Vazifesi memuriyet sahasında ziraat ve inşaatı geliştirmek, bunda liyakat göster- miş olan kimseleri taltif etmek, ihmal gösterenleri yola getirmek veya dîvân-ı a'/â'ya bildirmekten ibarettir. Şu halde bu memuriyet, devletin en yüksek makamının işleriyle meşgul olacak kadar mühim sayılıyordu. Ziraatte başarı sağlamak, büyük ölçüde suya tâbi idi. Bu sebeple en eski zamanlardanberi bu günkünden pek de farklı olmıyan, bir nevi iptidaî su iktisadiyatı vardır: Sulama komiseri, Hârezmşâhlar zamanında da bu gün şehir mahallelerine su taksim eden kimse gibi, emîr-i âb adını taşıyordu. Vazifeleri, hakiki sıra (nevbet) ya göre suyun adilâne taksimi, yeni kaynaklar açdmasıdır. İktâ sahipleri (eşhâb-ı ikuı'ât) bütün sulama meselelerinde ona müracaat ederler ve emîr-i âfe'lara ödenmesi mutad olan vergileri (mersûm ve rusûm) kendisine kesintisiz öderler 45.
VERGİ SİSTEMİ (s. 60-96) Arazi mülkiyeti münasebetleri s. (60-71) Muhtelif neviden arazi mülkiyeti- has arazi, iktâ sahaları, hususî mülki- yet, evkaf mülkiyeti- hakkında pek muhtelif nisbette malûmat sahibiyiz.
44 Dr. Horst bu bilgiyi, esas itibariyle, Sancar'a ait iki vesikaya (bk. At., s.60; s. 66 vd); Atsız zamanına ait bir vesikaya (Ahk. vr. 74 a); hükümdarı meçhul üç vesikaya (bk. Ahk. vr. 118 a; vr. 132 a; nşr. Tûysirkânî, s. 81 - bu vesikamn Atsız zamanına ait olması müm- kündür (Res., vr. 95 b)- dayanarak vermiştir. 45 Dr. Horst, bu bilgiyi esas itibariyle Mi'mâr ve emir-i âb tâyinine dair T ekiş'e ait bir vesikaya (bk. Tev., s.110 vdd) ve İl Arslan'a ait aynı konudaki bir vesikaya (Ahk., vr. 80 vdd) dayanarak veriyor ve diğer vesikalardan da faydalamyor.
346 MEHMET ALTAY KYME
Has arazi için yapılan idarî muamele hakkında biraz, iktâ hakkında daha iyi, vakıflar hakkında nisbeten iyi malûmat sahibi olmamıza mu- kabil, özel arazi mülkiyeti hakkında az bilgimiz vardır. Bir şahsın sahip ola- bileceği arazinin büyüklüğü ve genişliği hakkında ise, hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz. Bunun sebebini kaynak malzemesinin özelliğinde, yani istatistik bilgilerinin olmamasında, yer adlarının sayılmamasında ara- mak gerekir.
Has Arazi (s. 60-61)
Dr. Horst, önce ilk islâmi devirde arazi mülkiyeti meselesi üzerinde duruyor ve halife dâhü, hususî mülkiyet ile devlet arazisi (sultaniye veya divâniye)nin birbirinden kat'i şekilde ayrıldıklarını belirtiyor. Tatbikatta bu tefrik pek çabuk ortadan kalktı ve Selçuklular'la Hârezmşâhlar zamanında terkedildi. Öyle ki, hükümdar, has arazisiyle birlikte, hususî mülkiyet halinde olmıyan mütebaki araziye de, keyfinin istediği gibi, tesa- hüp ederdi. Meselâ bundan ik t âda bulunurdu. Lâkin has arazi'yi münha- sıran kendisi ve hanedanı için muhafaza eder ve bundan ancak akrabasına ihsanda bulunurdu. Vesikalarda has arazi için şu adlar geçer; Emlâk (mülk'ün cemi, hâs hususî sıfatiyle birlikte). Bu taktirde daima "tahta ait" demektir. O halde, emlâk—i hâsş= "Taht arazisi"dir. Hâşş sıfat ilâvesi bazan atılabilir. Bu taktirde yanlışlıklara sebebiyet verebilir. Aynı kelime herhalde emlâk-ı halisât-ı dîvân manasına gelir. Esbâb (sebeb'in cemi: "vasıta"), sebeb-i hâşş, hükümdarın taşınabilir eşyasıdır. Bu terim yalnız olarak ve emlâk kelimesiyle birlikte de geçer. Emlâk ve esbâb-ı hâşş, hükümdara ait, her nevi menkul ve gayri men- kul tasarruf için kullanılan genel bir mefhumdur. Buna ait tâli mefhumlar şunlardır: 'Alfâr, ziyâ' (Zey'a'nın cemi: "arsa'''' toprak serveti), müstegallât (müstegall'm cemi) ve müste'cerât (müste,cer,m. cemi:) hamamlar, kervansaray- lar, dükkânlar, v.s. gibi icar binaları, Bütün bu terimler —hâşş sıfatı eklen- meksizin— hususi arazi mülkiyeti içinde kullandabilir.
İktâ Sistemi (61-68)
Dr. Horst'a göre, İslâm ve Batı iktâ sistemi, hele daha sonraki inki- şaf safhalarında, bazı bakımlardan birbirine benzer. Meydana gelişleri hu- susunda ise her ikisi arasında esaslı farklar mevcuttur.
MEHMET ALTAY KÖYMEN 347
Bu hususta C. H. Becker'e ve A. N. Polliak'a istinaden bilgi veren Dr. Horst'a göre, Batı iktâ sistemi "esas itibariyle, tabii iktisada istinad eden" teçhizat meselesini halle teşebbüstür. Halbuki tslâm iktâ sistemi daha ziyade para iktisadiyatına dayanan, teşkilatlanmış Halifelik devletinde idari bir müessesedir ve başlangıçta aslâ askerî "fonction"u yoktur.
Buna mukabil A.N. Polliakşu noktada her iki sistem arasında esaslı fark bulunduğu kanatındadır: İslâm Doğu'da iktâ sahibi, şehirlerde toplanmış- dır. Halbuki Batı'da bunlar memleket sathına dağılmışlardı. A.N. Polli- ak, Doğu'da ordu mensuplarının bu sisteme ancak daha sonra girmeleri hu- susuna itiraz eder. Dr. Horst, Lambton'a istinaden bu itirazı isabetsiz bulmaktadır. Çünkü askerî iktâ Abbâsîler zamanında ücretli or- duların meydana çıkması ile inkişaf edebildi. Bundan sonra Dr. Horst, terimin lügat manasından başlıyarak inkişafını ele almaktadır. İktâ için vesi- kalarda kullandan terim Arapça iktâ (cemi: iktâ'ât) kelimesidir. Esasın- da iktâ (bir şeyin bir kısmını birisine) "kestirmek", "tahsis etmek" manâsına gelir. Birisine bir eyaletin idaresi tevcih edildiği zaman, dk zamanlarda i Ata- dan bahsedilirdi. Bu kelime" "arazi tevcihi" hususî manâsında daha Hz. Muhammed zamanında da geçmektedir. Bazan vesikalarda iktâ mefhumu, meselâ mevâiV—i ma'îşet (geçim yerleri), yani bir kimsenin vergilerinden tah- sisatını aldığı yerler şeklinde geçer. Zamanla muhtelif tarzda arazi tevcihleri gebşti ve iktâ mefhumu İslâm hukukçularının tarif ve izahına çalıştıkları daima değişen bir mânâ aldı. İktâ pek muhtelif şekillerde inkişaf etmiş ve ordu mensupları müesseseye girmişlerse de, iktâ sahibi sadece vergiye tasarruf edebdir. Değişme ancak Nizâmü'l—mülk askerî iktâ\ meşrulaştırdığı zaman, Selçuklular devrinde oldu. İktâ'm hâkimi hükümdardır. Hükümdar, başında bulunduğu devletin bir kısmı üzerindeki hâkimiyetini terkederse, iktidarı tevcih ettiği aynı vesika vasıtasiyle iktâ hâkimiyetini halefine devreder. İster sadece şeklen tâbi prensler, isterse kendi sülâlesinden prensler bahis konusu olsun, melikler hiç olmaz ise birçok hallerde iktâ hâkimiyetine sahiptir. Devletin bir kısmında melik olarak vazife gören prensler i/ctâ'da bulunmak, daha önceki hükümdar tarafından verilmiş iktaları tastik etmek ve belki de lüzumu halinde sahip- lerini (iktalarından) uzaklaştırmak hakkına maliktirler. Bu vesikada Sancar daha sultan olmadığı bir zamanda, yani daha Horasan melik'i iken bir yüksek subayın ve şa/ıne'nin ifcfâ'ını tastik eder. Giyâsü'd-dîn Pîr- şâh'ın henüz Kirman ve çevresi meliki olduğu zamana ait-Mehmed tara-
348 SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI
fından tayin edilmiş vezirinin tastiki hakkında- bir vesikada, babası Alâ'- üd-dîn ricâl ve ordu kumandanlarından iktâ tevcihini vezirin aracılığı ile teklif etmelerini istemektedir. İktâ sahipleri arasmda çeşit çeşit şahıslar bulunmaktadır. İktâ, hüküm- dar tarafından yapılmış bir ihsan olduğu için, bundan faydalanabilen çevre aslâ tahdit edilmiş değildir: Meselâ yalnız erkekler değil kadınlar da dâhü, sülâle mensupları (Gıyasü'd-dîn Pîrşâh'm hareminden bir kadın; Hâ- rezmşâh Tekiş'in kadınlarından biri); bundan başka mahallî küçük prens- ler, yüksek subaylar, bir idarî makamda bulunan, meselâ, vali ve şahne olan askerî sınıf mensupları. Fakat yalnız biraz yukarıda zikredilen Türk ricali değil, aynı zamanda gayri Türkler de, şu halde İranldar ve Araplar da, meselâ, ekserisi Türk soyundan olmayan eyalet vezirleri, müstevfîler, vekildi der'ler gibi, başka kavimlerin mensupları da iktâ sahipleri arasında bulunu- yorlardı. Lambton'un Selçuklular devri için yaptığı gibi, i/etâ'ların gaye veya sahiplerine göre muhtelif nevilere tefriki fi'len doğru olmakla beraber burada bu cihet ele almağa teşebbüs edilmiyecektir. Çünkü bunlar kaynak- ların terminolojisinden çıkmamaktadır. İktâ tevcihi esnasında müstakbel iktâ sahibine bir ülke verilmez, nakit veya aynî bir miktar meblâğ verilir, ikta sahibi bu meblâğı iktâ'inin gelirlerin- den kendisine ayırır. Bu muamele, mevcut vesikalardan anlaşıldığına ve bu işle uğraşmış tarihçilerin tesbit ettiklerine göre, kaide haline gelmiştir. Bu kaideden farklı olan açık istisnalar şunlardır: Kuhistan'ın bir selâhiyatli vahye iktâ olarak (her sebil—i iktâ) tevcihi, iktâ edilenin şahsına değil, valilik memuriyetine bağlıdır. Daha önce tevcih edilen i/ciâ'larm tastiki yemlenmesi veya genişletil- mesi esnasında meblâğın değü, sahanın zikredilmesi açık ve ima yoluyla daha önce vesika ile münasebettar tutulduğu için aydınlatıcıdır.
İktâ tevcihi şu iki tarzda formüle edilebilir: 1— Ya bahis konusu kimseye "şukadar tutarında bir iktâ" yapdır; 2- veya aynı kimse gelirleri alır. Bu gelirlerin miktarı tesbit edilmiştir veya hiç zikredümez. Ve bu gelirler için dîvân—ı 'ari, iktâ sahası tayin eder. Her iki halde de iktâ sahibinin, iktâ edil- miş meblâğı, iktâ\mn vergi gelirlerinden aldığı meydana çıkmaktadır. İktâ''ın kıymeti, iktâ edilenin mevkiine ve liyakatine göre 2000-30.000 dinar arasında değişir. Buna zaman zaman nekadar olduğu bildirilmeksizin veya bildirilerek buğday da ilâve edilir. Bu maksatla verden rakamları mutad olan harvâr (hayvan yükü) kelimesiyle tamamlamak lâzımdır
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 349
Kıymet gibi münferit ikta'larm saha bakımından genişliği de muhtelif olabilir. Yukarıda zikredilmiş olan vakıada iktâ edüen arazi Kuhistan eyaleti; diğer birinde Nesâ bölgesinde köyler, diğer bir vesikada ise sadece "mahaller" veya "işlenmiş'''' ve "meskûn yerler"dir. Meselâ Kuhistan eyaleti gibi muazzam iktâ sahasının sahibi, bir melik gibi muhtemelen daha küçük ı/cto'larda bulunmak hakkına sahiptir. Fakat bu iktâ'lar termino- lojide büyük ikta'lardan tefrik edilemezler.
Bundan başka bir iktâ, müsellem olabilir. Müsellem lügat manâsiyle "teslim eddmiş" demektir. Fakat teknik bir terim olarak "vergiden muaf" mânasına gelir. Bir vesikada geçen kelimede teknik mânâ kastedüiyorsa, vergi muafiyetinin 30.000 dinarı nasıl geçtiği karanlık kalmaktadır. Zira vergi muafiyeti, iktâ'm vergi gelirinin, meblâğ'ın miktarını dikkate almak- sızın, şu halde 30.000 düıardan fazla bir meblâğın emre âmade olması demek- tir. Müsellem kelimesi burada belki de vesikada onu takiben, iktâ'm divaıı memurlarının her türlü müdahale (tasşarruf', müdâhalet) sinden uzak tutul- ması cümlesiyle aynı mânaya gelmektedir. İktâ sahibinin kendisine tahsis edilmiş olan meblâğı temin ettiği veya hepsini aldığı vergi nev'ileri bir vesi- kada sayılmıştır: Bunlar merâfık, menâl, c avarız, tayyârât, mucen ve kısmet'i ihtiva eden bütün vergiler (mâZ)dir. İkta sahibinin, şu veya bu tarzda iktâ'ını, hükümdarın tasvib ve tev- cihini almaksızın, keııdi kendine büyüttüğü olur. Bu arttırılan kısmı, sultanın gönderdiği fevkalâde selâhiyeti haiz bir devlet adamı tarafından yapılan tahkikten sonra ondan geri alınırdı.
İktâ tevcihi pek muhtelif sebeplerle olur. Her şeyden önce sadıkane hizmetler, evvelce tevcih edilmiş iktalarm arttırılmasiyle mükâfatlandırılır. Bu hizmetlerin neden ibaret olduğu ifade edilmez. Sonra hükümdar adesi mensuplarının ve tâbi prenslerin isa'ları vardır. Bunlara yapılan iktâ'lar esnasında bazan iktâ menşur'unda, meselâ bir prensin doğuşu gibi açık bir vesüe zikredilir. Birçok hallerde, idareye yapılmış veya yapılacak hizmetler iktâ ile karşdanır; yani iktâ maaşa ek olarak veya maaş yerine ve- rilir. Dr.Horst, bundan sonra tekrar ordu mensuplarına maaş yerine — Ni- zâmü'l-mülk'ten beri kaide haline gelen-iktâ verilmesini ele almaktadır. Vesikalarda iktâ tevcihinin askerlere maaş ödeme yerine geçtiğini teyid eden hiçbir bilgi yoktur. Aksine, Nizamü'l-mülk, siyasetnâme'sin- de (fasd, 23) hiç iktâ'ı olmayan askerlere hükümdarın tesbit eddmiş zaman-
350 MEHMET ALTAY KYME
larda şahsen ücret ödemesini söyler. Bu nasihatin ancak nazarî bir kıymeti olduğu kendiliğinden anlaşılıyor. Bununla beraber, hükümdar bizzat nak- den maaş ödemeyi kaldırmamış olsaydı, Nizamül'l-mülk de sebepsiz olarak bu tavsiyeyi yapmazdı. Aynı fasılda askerî birliklerin presentation' unun iktâ sahibi tarafından yapılması, mutad olarak müşahede edilir ve ona uğranılan zayiatı derhal bildirmesi vazife olarak verdir. Bu arada bahis konusu edilen devir için askerî iktâ( ?) hakkında en eski bilgi Sancar zamanından kalma, muhteva itibariyle aynı olan iki vesika- da bulunmaktadır. Burada, Mâverâü'n-nehir'e yapılan sefer dolayısıyla boşalan (mahlûl) iktâların divân-ı hâşş''a alınması söylenmektedir. Şüphesiz bu sefer esnasında şehit düşmüş olan iktâ sahipleriyle idarî makam işgal eden askeri şahıslar da bahis konusu olabilir. Dr. Horst, daha kat'i bilginin Hârezmşâh Gıyasü'd-dîn Pîrşâh zamanı vesikalarından çıkarılabileceğinden bahsetmektedir. Bir vesikada zikredildiğine göre, ordu mensupları (mütecennide) yeni hükümdarın dîva- nından iktâ ve nân—pâre alırlar. Diğer bir vesikadan anlaşıldığına göre, bü- yüklere ve ordu kumandanları (isfesâlârân) na, iktâ ve nâıı-pârehıin prensin veziri vasıtasiyle teklif edilmesi talimatı verilir. Başka bir vesika- ya göre ise cârız (şâhib—i divân-ı 'arz)ın vazifesi, iktâ sahipleri (iktâ'dârân) nden, icrâ-hörân (cerâ-hörân: "ücret alanlar" yerine) dan ve hay hâşân' dan ı/ctâ'ları ve nân—pâre'leri ölçüsünde hizmetler istemektedir. İktâ gayri muayyen bir müddet için tevcih edilir. Nizamu l-mülk eserinde (fasıl, 6), memurların ve iktâ sahiplerinin her 2-3 yılda değiştirilme- sini talebederse de, bundan değiştirme muamelesinin mutad olduğu neticesi çıkarılamaz. İktâ'm meriyet müddeti hakkında hiç bir vesikada bir şey söy- lenmez. Her iktâ sahibi, iktâ'uıı her zaman mümkün olan geri çağrılmasına, bu vukubulmazsa, ölünceye kadar muhafaza ederdi. Bir iktâ sahibinin ölümü halinde, yukarıda zikredildiği gibi, yeni iktâ yapılabilmesi için iktâ geri alınırdı. Bazı vesikalarda işaret edildiği üzere, bir kimsenin inhilâl etmiş iktâ'ı, kanuna aykırı olarak kendine mal etmesi tabiatiyle çok olurdu. Hü- kümdar, yapılmış bir iktâ'ı keyfi bir sebepten her zaman iptal edebilir ve gözden düşmüş iktâ sahibi tekrar teveccühe nail kılınırsa, iktâ yenilebilirdi. Bu iş buna dair vesika isdarı suretiyle olurdu, ister tahta yeni bir hüküm- dar geçmiş olsun, ister bir prens bahis mevzuu sahaya melik olsun, iktâ'ı verenin her değişmesinde mevcut ıfctâ'lar muntazaman yeniden tastik edi- lir. Keza daha önce yapılmış iktâl'lar arttırılırabilir ve muhtemelen azaltı- labilir de.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 351
Büyük Selçuklular ve Hârezmşâhlâr devrinde iktâ''ların ne de- receye kadar irsi olabildiği, vesikalardan çıkarılamıyor. Bununla beraber, tıpkı bir memuriyetin babadan oğula geçebilmesi gibi, iktâ'm da irsen intikal ettiği veya daha tam ifade etmek gerekirse, memuriyetle birlik- te babanın iAtâ'ının da onun ölümünden sonra oğluna tevcih edildiği kabul edilebilir. Bu, iktâ'ın dîvârı-ı 'arz'da yeniden (kıymetinin) tesbitine ve yeni bir emirnâme (misâl) çıkarılmasına ihtiyaç gösterir.
Bir iktâ'm idarî bakımdan tâbi olduğu muamele nisbeten karışıktır. Çünkü devlet idaresinin muhtelif dalları bununla ilgilidir.
Hükümdar, iktâ'ı tevcih eder. O veya divân-ı a'lâ kıymetini tesbit eder. Dîvân-ı 'arz, tesbit edümiş kıymete istinaden iktâ sahasmı seçer. Bir vesika- da iktâ sahasının tâyininin eyalet idaresi divanı vâsıtasiyle olduğu görünü- yor. Dîvân-ı 'arz, (keyfiyeti), dîvân-ı istifâ'ya bddirir. Dîvân-ı istîfâ def- terler (defâtir) e istinaden iktâ'ın vergi bakımından hesabı (isticdâd) na te- şebbüs eder. Dîvân-ı 'arz, (durumu) muhtemelen, mâlî işlerin kontrolüyle vazifeli olan dîvân-ı işrâf'a da büdirir; iş, dîvân-ı 'arz'dan, iktâ vesikasını hazırlayan dîvân—ı inşâ'ya gider.
İktâ sahibi (mukta, iktâ'dâr) iktâ sahasında devlet kudretini temsil eder. Bu sebepten, vesikalarda iktâ sahiplerine verilen talimat bir miktar raiye?in üzerine tayin edilen ricale verilen talimattan pek az farklıdır. Böylece bu- rada da Tanrı korkusu, adalet, yumuşaklık, emniyet ve nizamın tesisi için gayret, raiyet'in refahı, fakirlerin, zenginlerin ve kuvvetlilerin tagallübüne karşı himayesi ilk yeri işgal eder. Bundan sonra vergüerin toplanması ve idaresi hakkında emirler gelir. İktâ sahibi, tesbit edilen kanunlara, meblâğ- lara ve müddetlere dikkat eden, bütün vergileri ve devlet hisseleri (hukuk-i dîvânî)ni tahsil eden, fakat yeni vergi ihdas etmeyen, itimada şayan ve na- muslu 'âmiller ('ummâl) ve maliye müfettişleri (mutaşarrıfân) tayin etmekle mükelleftir. 'Amiller yumuşak, âdil ve tarafsız hareket etmelidir. Eskiden tayin edilmiş vergileri ve vergi iltizam mukaveleleri (mu'âmelât)ni muha- faza etmeli ve develet vergileri (mâl—i dîvânî)ni yavaş, yani her halde hakiki mevsiminde tahsil etmelidir. İktâ sahalarında yaşıyan raiyet'e, bütün vergi- leri iktâ sahibinin memur ve tahsildarlarına sevketmek talimatı verdir. İktâ sahibi her halde idarî faaliyeti için tazminat olarak hııkuk-ı mukt 'âne alır.
Maliye memurlarından başka iktâ sahibinin madunları olarak —her halde ancak büyük ıfctâ'larda- şahne'ler zikredilir. Bunun vazifesi emniyet
352 MEHMET ALTAY KYME
ve nizamın muhafazasıdır. Nihayet mukta, ikta sahasında dünyevî adaleti (hükümet) icra eder 4S. Dr. Horst'un iktâ sistemi hakkında verdiği bilgiyi hemen hemen aynen nakletmiş bulunuyoruz. Eserin en başarılı bahsi de budur.
Hususi Arazi Mülkiyeti (s. 68)
Has arazi için olduğu gibi, hususi arazi mülkiyeti için de muhtelif isim- ler vardır. Şâmil mefhum, mülk (mıZ/c)'dür. İslâm hukuku mülk ile tasar- ruf arasında fark gözetmez. Emlâk, esbâb, müstagallât ve iay'ât, mülke men- supturlar. Bu terimler has emlâk için de kullanılır. Arazi sahibi (mâlik) mülkü üzerinde tam tasarruf hakları (taşarrufât-ı mâlikâne) na sahiptir: Satma (bey'), hediye (hibe), değişme (ikrâr), rehin (rehn), vakf v.s. Yani mâlik mül- küne serbestçe sahip olabilir. Hususi mülk normal olarak, mutad vergileri ödemek zorundadır. İktâ'da ve vakıflarda da olduğu gibi, vergiler tamamiy- le ve kısmen muaf (muskât) tutulabilir. Vergi iskath müddetsiz (be-devâm) muteberdir ve ilgili vergi defterlerine kaydedilir. Bütün veya bazı vergileri ödemesi gerekmiyen bir şahıs, maşûn, mu'âf (ödemeden kurtulmuştur) dır. Müsellem demek, "bir sahanın vergi ödemekten (tamamı mı?) muaf olması demektir. Vergiden muaf mülke, keza bundan elde edilen gelirlere (?) in'âm denir. Muktâ'm iktâ sahasında sahip olduğu haklar, mülkü içindeki mâlik için de aynen muteberdir. Mâlik'in, raiyet'e karşı aynı şekilde vazifeleri vardır. Mâlik, dünyevî adaleti icra eder ve vergilerin aynen ve tamamiyle top- lanmasından ve tesliminden mes'uldur. îktâ sahibinin hukûk-ı muk- ta'âne'si, mersûm ve inşası mâlik'e tekabül eder. Mâlik, bunu, muhteme- len yaptığı idarî vazifelere karşılık alır.
Evkaf (s. 68-71) Bir vakıf (vakf; cemi: evkâf), hukukî bir muameledir. Bu muameleyle bir şeyin mâliki, onun üzerindeki temellük hakkını, faydaları hayır gaye- leri için kullandsm diye terkeder. Buna mukabil mâlik esasını muhafaza
46 Dr. Horst, bu bilgiyi esas itibariyle iktâ tevcihine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk. At.,s.84); Tekiş'e ait dört vesikaya (bk. Tev., 30 vdd; 90 vdd; 95 vdd; 118 vd); Gıyâsü'd- dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (Ves., vr.85 a vdd) dayanarak vermektedir. Bundan başka vali, Müstevfî-yi memâlik, vekîl-i der tayinine dair vesikaları kullanmaktadır. İlgili bahislerin not- larına bakınız.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 353
etmek suretiyle bundan fayda temin eder, fakat vakıf kelimesi, aynı zamanda bizzat vakfedilmiş şeyin de adıdır. Bu umuma nâfi müessesenin menşei muhtemel olarak VII. asırdadır, ve ilk sağlam hukukî tedvini, belki de Bizans tesiri altında ancak VIII. asır- da oldu. Bir vakfın tesisi vâkıfın hususi işidir ve umumiyetle bir vakıf vesikası (vakfnâme veya hüccet—i vakf) hazırlanması suretiyle vukubulur. Eldeki ve- sikalar ancak devlet vakıf işleriyle meşgul olduğu zaman bilgi verirler. Bu da ancak tastiki, kontrolü lüzum halinde vakıfların idaresi, (vakıflara) ver- gi müzahereti gösterildiği esnada olur. Vakıf mefhumu için vesikalarda dört muhtelif terim vardır. Fakat bun- lar esas itibariyle aynı manaya gelirler: vatcf (cemi: evkâf), kelimesi en çok geçen bir terimdir. Bunun yanında, Hârezmşâh Tekiş zamanı inşâ dî- dâm'ndan çıkma vesikalarda muhabbesât ("vakfedilmiş şeyler"), müsebbelât ("umumun faydalanması maksadına vakfedilmiş şeyler") ve hayrat ("dinî tesis") kelimeleri de bulunmaktadır. Hayr ("iyilik") kelimesi de bir vesikada aynı manâya kullanılır. Burada bahis mevzuu edden vakıflar arazi vakıflarıdır. Bunun gelirleri (mahsulât), vâkıfın şartına göre ve şerî hukuka uygun olarak, cânüler'in tür- belerin, medreselerin, zâviyelerin ve umuma faydalı gayeler için kurul- muş diğer binaların devamını temin etmek ve bu müesseselerde çalı- şan personelin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılır. Bu topraklar ya kendi personeliyle idare edilir veya iltizama verilir. İltizam (icâret) en çok üç yıl sürer. Bir vakfın tesisi, hükümetçe tastik edilmelidir. Bazı tastik emirnâme- leri elimizdeki bazı vesikalarda vardır. Bu vesikalardan biri vakıfnâmenin arkasında bulunmaktadır ve hükümdarın tevkî-i eşrefi ile süslenmiştir. Bu vesika vakıfnâme ile ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğu için, arka sayfada zikredilen ve tasvir edilen tesislerin sayılmasından sarf—ı nazar edebilir ve tesislerin idaresine hiç girişilmez. Diğer vesika daha mufassal'dır: Vâkıf, câmiler ve zâviyeler kurmuştur. Bunlara menkul ve gayri menkul malını (esbâb ve emlâk) vakf eder. Bu vakfın tastiki için bu vesika hazırlanmıştır. İçinde vâkıfın, kendinden ve oğlundan sonra haleflerinden hangilerinin va- kıfları idare edebdeceği tamamiyle tafsü edilir. Kendisine vakfın kazancından para ödenen vakıf idarecisi (mütevelli), vâkıf tarafından bizzat tayin edilebüir. Ekseriya vâkıf ilk olarak idare (tev-
F. 23
354 MEHMET ALTAY KYME
liyet)yi bizzat üzerine alabilir ve ahfadını kendisinin ve haleflerinin yaşama şartlarını temin etmek için, halefini bu memuriyete tayin edebilir. Vâkıf'm tayin etmiş olduğu mütevellî'lerden kimse kalmazsa, devlet tarafından bir mütevelli tayin edüir. Mütevelli, mevcudun muhafazasından ve vakıfların arttırılmasından mes'uldur. 0, binalarda yapılması lüzumlu tadilâta ve tamirata teşebbüs eder. Vakıf sahibini, hâsılatı (mahsulât)nı, gelirleri (irtifâ'ât)ni, masrafları lan (meşârif) kontrol eder, gelirleri vâkıf'm gayesi yolunda sarfa selâhiyet- lidir ve hâsılatı onun şartlarına göre, dîvân-ı işrâfm tavzif ettiği memur- ların (mu'temedân) bilgisi dahilinde, salahiyetli makamlar (meşârif ve me- vâzî—i istihkak, meşâbb-i istihkâk)'a. sevk eder. Daha küçük vakıflarda rniite- tevellî, 'âmillik memuriyetini bizzat yapar. Daha büyük vakıflarda o, bu ve buna benzer vazifeler için bu işleri yapabilecek mâdûn memurlar kullanır: Meselâ bir nâib, hâsılatı toplayan ve hesabeden bir memur olan 'âmil, zira- at (işleri) için bir vekil. Muhtemel olarak emri altındaki sahada dünyevî adaleti de mütevelli icra eder. Devlet kontrolü ve lüzumu halinde tesislerin idaresi, merkezi idarenin bir makamı, dîvân-ı evkâf-ı memâlik tarafından yapdır. Fakat vakıflarda işlerin normal gidişi halinde, bu makamın müdahale (müdâhalet)ye hakkı yoktur: Kadı tayinine dair bir vesikada dîvân—ı evkâf-ı memâlik'in, kadı tarafından idare edilen vakıflara müdahaleye aslâ selâhiyettar olmadığı açık olarak tesbit edilmiştir. Dîvân-ı evkâf-ı memâlik'ten sonra gelen organlar, eyalet veya bölge seviyesinde bulunanlar dîvân-ı evkaf lardır. Bu divanlar salahiyetleri dahi- linde bulunan sahalardaki vakıfları kontrol edrler. Gelir ve giderleri kayde- derler. Vakıfnameleri muhafaza ederler, Memurlar nasb ve azlederler. Bun- ların dışında mütevelli'ler gibi aynı vazifelere sahiptirler. Vakıf divanlarından başka, kadılar (kuiât) da, ek görev olarak vakıfla- rın idaresi veya nezaretiyle meşgul olurlar. Şüphesiz kadı'nm bu divan- larla münasebeti karanlık kalmaktadır. İki vesikadan (mahallî) hâkim- lerin, alt kademedeki divanların emrinde bulundukları açıkça meydana çık- maktadır. Diğer taraftan hükümdarlık ordusu (haşem ve leşkeriyân-1 hazret) kadısı, devletin bütün vakıfları (evkâf-ı memâlik)nı kontrol eder. Belki de kadı, divân-ı evkâf-ı memâlik'in başıdır. Bir vali ve reis de kendi memuriyet sahalarındaki vakıfları kontrol eder. Bir medrese'nin vakıfları, umumiyetle müderris; bir cami de bazan hatib tarafından idare edilir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 355
Diğer nev'idcn araziye olduğu gibi hükümet vakıflara da bazan vergi müzaheretleri tanır. Bu hususta yukarıda geçen iki vesikada misâller vardır. Bunların ilki tarafından tastik edilmiş vakıf arazi vergisi (harâc), me'ûnet ve cavarız gibi fevkalâde vergiler müstesna diğer bütün vergilerden muaf- tır. Sâkinlerine angarya (şâhkâr ve bîgâr) gerekmez. İkinci vesika ile tastik eddmiş vakıf, vergilerden tamamiyle muaf(müse//em)tır ve selâhiyetli maliye müfettişleri(mutaşarrı/
Vergiler (s. 71-82)
Büyük Selçuklular ve Hârezmşâhlar zamanında vergüerin ele alınması bir müşkille karşılaşır. Vesikalar vergi sistemi hakkında umumi mahiyette bilgi verirler. Fakat bir sahanın münferit vergilerinin miktarı hakkında hiçbir rakam ihtiva etmezler. Türlü türlü vergiler vardır, fakat niçin, nereden ödenir, söylenmez. Bu hususta Dr. Horst'un dikkatini çeken diğer bir nokta da şudur: Eski İslâmi vergüerden sadaka veya zekât bu devir vergi sisteminde hemen hiç bir rol oynamaz. Zekât terimi vesikalarda hiç geçmez. Esas itibariyle zekât ile sinonim olan sadaka kelimesi ise sadece bir yerde geçer. Bunun yerine çok sayıda vergi adları bulunmaktadır. Bunların karşılıklı sınırlarını çizmek güçtür. Verilen bilgder kısmen menşei, kısmen sarf maksadı ve kısmen tahsil tarziyle münasebettardır. İlk vergi adları gurubu, idare organları vasıtasiyle toplanan vergiler iktâ sahipleri, mütevvellîler, melikler de bunlardan sayılabilir—ve iltizam suretiyle toplanan vergder olmak üzere ikiye ayrdır. Sarf gayesinin veya müstefit olanların zikredddiği vergiler ikinci gurubu teşkil ederler. Bu, batıdaki kilise vergderine benzer. Merkezî idareye isabet eden vergüerle hazineye tahsis edilmiş olan vergiler bu meyandadır. Üçüncü gurup vergi adları Batı'da olduğu gibi, meselâ arazi vergisi- (harâc) ni, servet vergisi (erbâbul—mâl) ni, mera vergisi (rusûm-ı merâH) baş vergisi (cizye)ni v.s. ihtiva eder. Görülüyor ki, bunlar verginin menşeini, ne üzerine, nereden ve hangi muhitten toplandığını gösterir.
47 Dr. Horst, bu bilgiyi, evkaf1 a dair Sancar'a ait iki vesikaya (bk. At..*.52 vd.;53 vdd); Atsız veya İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ara. vr. 16 b vdd); Tekiş'e ait 3 vesikaya (bk. Tev., s.46 vdd; 85 vdd; 115 vdd); Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (bk. Fes., 67 vdd) dayanarak vermektedir.
356 MEHMET ALTAY KYME
Vergiler (mâl, cemi: emvâl)in tahsili, görüldüğü üzere, lüzum halinde merkezî idarenin veya valinin talimatı üzerine istîfâ dîvânları, c âmiller, muh- telif arazi sahipleri vasıtasiyle olur.
cÂmiller, vergi tahsili esnasında diğer devlet makamları tarafından des- tekleneceklerinden emindirler. İktâ sahalarından vergi tahsili (daima ?) iktâ sahibi (muktac) vasıtasiyle, küçük vakıflarda vakıf idarecisi (mütevelli) vası- tasiyle, hususî mülkte ise mâlik vasıtasiyle olur. Bu son hallerde vergilerin tahsiliyle meşgul olan şahısların, topladıkları vergileri tamamiyle veya kıs- men (âit oldukları makamlara) sevk etmek zorunda olup olmadıkları veya bu vergilerin şahsî masrafları için ellerinde kalıp kalmadığı ciheti ekseriya karanlık kalmaktadır. Bu, onlara ne dereceye kadar vergi muafiyeti tanın- masına bağlıdır. Kanunlar, arazi vergisi (harâc) nin tahsilinde esas teşkil ederler. Bu Kanunlar eskidenberi değişmeden mevcuttur ve düzen içinde olması gerekir. Bunların yanında defterler de vardır. Bunlara tahsil edilecek veya tahsil edilmiş vergiler kaydedilir. Kanunlar, muayyen bir sahayla ilgilidir. Böylece bir vesikada bir reis'in çok büyük memuriyet sahası için bir kanun vardır. Burada bir haraç memuru (şâlıib-i harâc) tarafından idare edilen vdâyet haraç kanunu (kânun—ı ha- râc-ı vilâyet)mınden söz edilir. Kanunlara istinaden tahsil edilen vergiler, şu adları taşırlar: emvâl ("vergiler" umumî olarak); emvâl-i divân-î ("devlet vergileri; "yani merkezî idarenin emrinde olan vergiler"); hukuk—i dîvânî ("devlet vergileri"; her halde emvâl-i dîvânî de aynıdır); mu^amelât-1 dî- vânî ("vergi iltizamı ile elde edilmiş devlet vergileri"); harâc.
Harâc, devlet vergilerine ait olabileceği için bütün bunlarla yalnız ha- racın kastedilmesi mümkündür. Müddetsiz vergi düşme (iskat)de, düşülmüş (müskât) harâc, gerek kanunlardan, gerekse defterlerden silinir. Münferit organlara verilen vergilerin tahsili ile ilgili emirler ve ihtarlar şu vakı- anın bdinmesinin ışığı altında vergi mükelleflerinin lehine olarak korunması maksadiyle formüle edilir: Memleket ziraatinin inhitatının arkasın- dan, vergi gelirlerinin azalması gelir.
Bu emirler, hiç olmazsa zaman zaman, hükümetin, vergi tahsüini meş- ru bir temele oturtmak için ve raiye?ic âmiller'in zulmünden korumak için ciddî gayretlerde bulunduğunu gösterir. Bu emirlerin sayı ve şumulünden, emirlere nekadar çok karşı gelindiği neticesine varılabilir.
Vergiler, eski emir ve tesbitlere göre, hususiyle arazi vergisi (harâc), eski kanunlara istinaden tahsil edilirdi.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI - 357
Bid'atler ve olağanüstü vergiler (zevâid ve mu en), ekseriya yasak edilir. Bu sonuncular bazan yasak edilir, bazı hallerde de emredilir. Bir vergi yeni ihdas edilirse, mu:teberân tarafından kabul edildiği taktirde muhafaza edd- mesi emredilir. Vergilerin nev'i ve miktarı gibi, ödeme zamanı da önceden tesbit edilir: Vergi tahsili alışılmış mevsimlerde, kuvvet ve şiddet kullanmaksızm, yumu- şak, fakat ihmal etmeksizin ve uzatmadan yapılmalıdır. (Meselâ arazi ver- gisinin tahsil zamanı hasattan sonra idi). Vergi tahsiline selâhiyetli me- murlar, herhangi vergi bakiyeleri için tevkif edilir ve yerinde kullanılmayan vergi paraları on misli miktarında ödetilir.
Diğer taraftan, raiyet'e, vergilerin mutad olduğu ve tesbit edildiği üzere, alışılmış, tam miktarda, tam zamanında, bahanesiz ve bir şey gizlenmeksi- zin teslim etmeleri ihtar edilir. Başka bir vergi tahsili tarzı, m»1 âmele suretiyle olur. Arapça mucâmele kelimesi, sıra ile, "muamele, hareket tarzı, iş, münasebeti" manâlarına ge- lir. Bu esas mâna eldeki vesikalarda "memuriyet işleri" mânasına tekabül eder. Mucâmele kelimesinin başka bir mânası, "vergi iltizamı (mukavelesi)" dir. Dr. Horst, Lambton'un bunu farkettiğini kaydederek, onun var- dığı neticeleri aynen naklediyor. Selçuklular devrinde mukâtaa nev'inden anlaşmalarla ödenen gelirle meşgul bir mıSâmelet ve kısmet divanı'nın bulun- duğunu kaydediyor. Lambton'a göre, mukâtaa, bir mıntıka vergisinin tesbit edilmiş bir miktarda taktiri; bir mıntıka gelirinin sakinleri tarafından sabit bir meblâğ mukabilinde iltizamıdır.
Vesikalarda mit' âmele kelimesinin "vergi iltizamı" mânasına geldiği yerler pek vazıh değildirler. En açığı, Hârezmşâh Atsız'ın inşâ divanı'- ndan çıkmış vesikadaki bir yerde bulunmaktadır. Burada müstevfî''nin eş- hâb-ı lıavâlât ile muQ âmelet'i tam hesaplaması söylenmektedir. Bu cümle- den, maliye idaresinin muayyen bir meblâğa karşılık, istediği şahıslara vergi tahsisleri (havâlât) yaptığı meydana çıkmaktadır. Bu şahıslar tesbit eddmiş mıntıkalarda vergi toplamaktadırlar. Bu hareket tarzına mucâmelet deni- yor. Bu, mukatâa mefhumunun yukarında zikredilen ilk tarifine tekabül ediyor. Aynı vesikada şu cümle de bulunmaktdadır: "Müstevfî, raiye?in mu'âmelâi'ı ile sevk ve idare edenler (rucât)in mucâmelâtı arasında âdil ka- rar vere ve tavassut ede". Bu raiyet ve ruât kelimesiyle mezkûr vergi tahsisleri sahipleri (eşfyâb-ı havâlât) kastedilebilir. Dr. Horst, misâl
358 MEHMET ALTAY KYME
vermek gerekirse, bir taraftan köylülerin, diğer taraftan kendi sahalarının vergilerini muayyen bir meblâğa karşılık iltizama almış olan arazi sahibi- (mâlik) nin bahis konusu olduğunun daha muhtemel bulunduğu fikrinde- dir. Bu, yukarıda yapılmış olan tariflerin ikincisine tekabül etmiş olacak. Mucâmelât, kısmen eski zamandan beri sabittir ve tam olarak muhafaza edümelidir. Vergi tahsiliyle meşgul olan kimseler, meselâ iktâ sahibi (mukta) nin nâibler'i muc âmelât'm haricinde raiyetten hiç bir talepte bulunamazlar. Görünüşe göre, vergi iltizamı sahaları hususi maliye müfettişleri (mutasar- rıfân-ı esbâb—ı mucâmelât) tarafından teftiş edilir(?)
Muc amele yoluyla tahsil edüen vergilere mâl-i mu âmelât denir. Bunun yanında vucûh-i muc âmelât, mahsulât v.s. gibi adlar vardır. Bunların hepsi, esas itibariyle, mâl-i mu^âmele ile aynıdırlar: Ekseriya vergiye de sadece mucâmele denir. Bu muc âmelât vergilerinin hangi nev'iden oldukları adlarından çıkmıyor. Vesikalarda bir yer vardır ki, burada muamele'ye istinaden tahsil edilmiş olan vergiler daha yakından tayin ve tarif edilir. İster aynı, ister nakdî ödensin, her türlü vergilerin ya memurlar vasıtasiyle, veya in- direkt olarak vergi iltizamı yoluyla tahsil edildiği bundan istintaç edilebilir. Elde mevcut kaynak malzemesi, bu halin zamanla ve bazı sahalarda fiilen vukubulduğunu kabul etmek için hiç bir imkân vermemektedir. Aşağı- yukarı memleket için de dolaşan memurlara ve ricale ödenmesi gereken hususi vergiler gurubu istisna teşkü edebilirdi. Lambton, arazi vergisi(/ıarâc)nin tahsil tarzı arasında mukâta'a'yı muâmele'yle aynı mânaya geldiği şeklinde tasvir eder. Alp Arslan'ın inşâ divanı'ndan çıkma bir vesikada ise harâc ve muc âmele'den söz eddir: Fo/i'nin raâıfc'leri bu iki verginin dışında raiyet'ten hiç bir şey istemeye- ceklerdir. Bu taktirde harâc'm mucâmelet zümresine girmediği anlaşılyor. B. S pul er de bu ikisini Selçuklular devri için birleştirmekte ve orada bir general harâc ve mu amele'yi alır demektedir. Selçuklular'dan önce ve ilk Selçuklular devrinde mu^âmele'nin yalnız muayyen bir vergi nevini göstermesi ve tahsil tarzını ifade etmesi, şüphesiz mümkündür. Bununla beraber Sancar'ın inşâ divanın'dan çıkma bir vesikada "vergi iltizamları" ile vergi tahsilleri (mucâmelât ve irtifâ ât) şeklinde birleşik geçmesi yalnız Harezmşâhlar devri vesikalarında çok geçen "doğrudan ve iltizam yoluyla tahsil edilmiş vergiler"den başka türlü tercüme etmeye imkân olmayan mâl ve mucâmelât ibaresi, hiç olmazsa muah- har Selçuklular ve Hârezmşâhlar devrinde mucamele kelimesinin "vergi iltizamı" ve "vergi iltizamı yoluyla tahsil edilmiş vergiler" mânasına
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 359
geldiği neticesini çıkarmağa imkân veriyor. Muamele vergüeri diğer vergiler gibi, yıllık bir düzene göre tahsil edilir. Sarf gayesini gösteren vergi adları arasında "dîvân-ı aclâ vergileri" en geniş yeri işgal ederler. Bu vergiler bu adla beraber, sadece divan vergileri veya dîvânî vergiler şeklinde de geçerler. Bunlarla, dîvân—ı ocZâ'nın emrin- deki vergiler bahis konusudur. Bizzat vergder, mâl (ve cemi halinde: emvâl; "vergiler") hak (ve cemi halinde hukük); tahşîşât (gümrükler), harâc ("arazi vergisi"), hışaş ("hisseler"), rüsüm (tahsisât, vergiler: resm'den cemi), vucûh ("meblâğlar"; vech'ten cemi) adlarını taşırlar. Bu kelimeler, harâc ve belki de hışaş istisna eddecek olursa, aynı mânaya, yani sadece "vergiler" mânasına gelmelidir. Bu vergi nev'i, geç Safevîler zamanına kadar, burada bahis ko- nusu edilen bütün devirlerde vardır. Bu devlet vergileri muhtemelen bütün veya bazı vergilerin muayyen bir yüzdesidirler. Bir vesikada hukük-i dîvânî adı altında arazi vergisi (ha- râc), acşâr, mera vergileri (rusûm-ı merâcî) v.s. zikredilir. Başka bir vesika ezcümle "divan'dan çıkan" bir çok vergileri kaydediyor. Belki de bunlarla devlet vergileri kastedilmiştir. Bilhassa adı geçen vergiler de bunlar arasında bulunurlar. Bahis konusu olanlar şunlardır: Mer'â vergileri (merâcî), sada- kalar (şadakât), hazine vergisi (hızânet), arazi vergisi (mâl-i harâc), % 10 hububatı (gallet-i cuşr) ve tahsisât (mersumât). Yukarıda vergilerin idare ve tahsili hakkında umumi olarak söylenen- ler, özellikle devlet vergilerinde de muteberdir. Bir vesikadaki mülâhaza dikkate değer. Bu vesikada vali'ye, emvâl-i dîvân?yi tahsil ettirmesi; ihtar üzerine divan'ın hissesini hazır tutması talimatı verilir. Dîvân—ı a' (â'nm bu hadisede devlet vergilerinin yalnız bir kısmını alması, bu vergilerin dîvân-ı ocZâ'nın emrinde bulunduğu neticesiyle ancak zahiren tezat halindedir.
Bu vergüer daha tahsillerinden veya şevklerinden önce (dîvân—ı aclâ'nm) emrindedirler: Aynı vesikada vali'ye emvâl-i dîvânî''den devlet memurları("hizmetkârlarımız=6eadegân-ı mâ)nın galirlerinin ödenmesi emri verilir. Kezâ Hârezmşâh Tekiş zamanında bir vezir emvâl-i dîvâ- ni'den, nâibleri tarafından tutulan şu kadar (çendîn) bin dinar bir maaş (mersûm) alır.
EhvâbuU-mâl (servet vergisi), Sancar'ın inşâ divanı'ndan çıkma üç vesikada geçer. Bu vergi bir defasında arazi vergisi (harâc) ile birlikte seyyid- lerin geçimine tahsis edilir; diğer bir defasında bu (ve mucâmelât) dîvân—ı hâşş vekiline isabet eder.
360 MEHMET ALTAY KYME
'Alef, memurlar için bir geçim parasıdır. Keza yalnız Sancar zamanın- da geçer. Bir vesikada askerler (mütecennide)ye, hizmetkârlar (kaşem)'a ve havâlât-ı dîvân'a raiyet'tea 'avârız ve 'alef istemeleri yasak edilir. Diğer bir vesikada raiyet ve asillerden üçü atlı ikisi yaya beş kişi -polis- için 'alef koymaları, yani onları beslemeleri ve ihtimal teçhizatlarını temin etmeleri talebedilir. A'şâr ('uşr'un cemi; vesikalarda yalnız olarak geçmez), onda vergisi, b,ııl?ûk-ı dîvânî arasında geçer ve Sancar'ın divanından çıkma iki vesikada görülür. 'Avârız ("ârıze'nin cemi), olağanüstü vergiler, gerek Büyük Selçuk- lular'da, gerekse Hârezmşâhlar'da hususiyle ancak muayyen hallerde tahsil edilir. Sancar'a ait bir vesikada bir reis'e, 'avârız ve zevâ'id'den mümkün olduğu kadar sakınması, fakat bu vergiyi toplamak zaruri bir hal alırsa, raiyet'e mütesaviyen taksim etmesi talimatı verilir. Olağanüstü vergilerin ekseriya keyfi olarak alındığı görünüyor. Buna müteallik bir yasak yuka- rıda 'alef hakkında bilgi verilirken zikredildi. Ekseriya 'avârız ve diğer olağanüstü vergiler bir vergi indirimi arasında geçer: Menkul mallar idare- cisi (vükelâ—yi esbâb), köylüler (berzigerân) ve muayyen müstegallât sâkinleri, 'avârız ve nuzûr'dan muaf (masûn ve mu'âf) dırlar. Bir kadı- nın emlâkinin müstecirler (müste'cirân) inin, ne 'avârız, ne de kısem öde- meleri gerekir.
Evkaf ve liyakat kazanmış bir kimse, 'avârız ve diğer olağanüstü vergi- lerden muaftırlar. Bir iktâ sahibinin kendi ihtiyacı için tahsil edeceği vergi- lerde, ezcümle, bu 'avârız da dahddir. Bedraka, öncü masrafları, muhtemelen öncü kuvvetleri için konulur.
Bâc ve Bâc—ı mesâlik, yol geçiş vergisi, yolların emniyetini temin için tahsil edilir.
Cizye, gayri müslim ehl-i kitaptan alınan baş vergisidir. İlk İslâmi devirde cizye'nin büyük önemi vardı. Burada ise yalnız bir defa, Gıyasü'd- dîn Pîrşâh'm. bir vesikasında geçer. Bu vergi, yeni fetheddmiş Nahcivân'- daki zimmî'lerdetı alınır. Fakat bahis konusu zimmi İslâmlığı kabul ederse istenmez. Hakk ve (daha çok) hukûk (cami hali), eskeriya, dîvânî eki de ve keza gayri muayyen diğer bir vergi adiyle birlikte geçer. Hukûk-ı dîvânî yukarıda devlet vergüeri arasında ele almdı.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 361
Hukûk-ı Merâ'î veya sadece merâ'î bilhassa göçebelerden alınan otlak vergileridir. Türkmen başbuğları, otlakiye vergilerini şahne'1 nin nâibi'1 ne, tesbit edildiği şekilde ödemek zorundadırlar. Hukûk-ı mukta'âne, iktâ sahiplerine mahsus vergilerdir. Bunları raiyet, mu'âmelât vergderiyle birlikte iktâ sahibinin nâibVne götürür. Hukûk-ı ve rusûm-i şahnegî, şahnelik memuriyetine mahsus vergi ve tahsisattır ki, kendisi verilen bir zamanda tahsil eder. Harâc, arazi vergisidir. Kelimenin menşei hakkında muhtelif görüşler mevcuttur. Dr. Horst, bu hususta Schwarz'ın, Christensen'in, He- nning'in fikirlerini nakletmektedir. Arazî vergisi, tesbit edilmiş kanunlara istinaden ve defterlere kaydedil- mek şartiyle, -Nahcivan'da yalnız müslümanlardan- tahsil edilir. Muay- yen sahaların, muayyen vergderi tamamiyle veya muayyen bir kısmı öte- den beri belli maksatlar için dikkate alınabilir. Böylece Hârzem arazi vergi gelirleri Melikşah'ın sarayındaki taşthâne"' ye tahsis edilirdi. Sancar zamanında Merv vilâyetinin servet gelirleri (ebvâbu'l-mâl) Seyyidlerin geçim (erzâk) ine ödenirdi. Harâc, gayri muayyen bir vergi iskatına uğrarsa, bu taktirde bu vergi kanunlardan ve defterlerden silinirdi. Hışeş (/ıışşe'den cemi). Yukarıda devlet vergderi arasında belirtildiği gibi, vali'mu memurları tarafından tahsil edilen hıseş—i dîvâni ve mersûm ile birlikte mâlik'e düşen ve onun 'âmiVi tarafından tahsil edilen hışeş var- dır. Bu vergi nevi Tekiş zamanında mevcuttu. Hızâne (lügat mânası: hazine); zaman zaman geçen mâl-i hızâne, em- vâl-i hızâne ve vücûh-ı hızâne (hazine vergileri) terkiplerinin kısaltılmışı- dır. Bu vergi nevi, yalnız muahhar Hârezmşâhlar devrinde geçer ve hü- kümet tarafından tesbit edilir, 'âmiller tarafından bir defasında bölge idare- si (sarâ-yı riyâset) nin talimatı üzerine tahsil edilir. Bir vesikada da, valVye, vücûh-ı hızânet'in ve dîvânî vergilerin emre uygun tahsili için mâhir mü- messiller tayin etmesi talimatı verdir. Münıessdler kelimesiyle muhtemelen 'âmiller kastedilmiştir. İdrârât (maaşlar, burslar), tesvîgât ile birlikte, vergiler gibi, 'âmil tarafından tahsil edilir. İncâm, bir vesikada geçtiğine göre, bir vergi nevidir. Bu vergi, hukûk ile beraber, hükümdarın emri (tevki') ve dîvân ve vergi çeki (beravât-ı dî- vânî) ile raiyet''ten talep eddir ve bunlar tarafından hak sahipleri (şâhib-i
362 MEHMET ALTAY KYME
halfk) ne ödenir. Diğer bir yerde, iriâm, vergiden muaf ülkeler; bugün farsça bahşiş mânasına gelir. Kısem (kısmet'in cemi: "kısem"), olağanüstü vergilerdendir. Raiyet zaman zaman bunlardan muaf tutulurlar ve iktâ sahibesi hatun kendisi için tahsil eder. Menâl (lügat mânası "kazanç"), tarif edilmiyen olağanüstü bir vergi- dir. İktâ sahibi hatun, diğer vergiler arasında bunu da kendisi için tutar.
Merâfık (mirfak, merfık'm cemi, "mâl"), bir vesikada menâl ile birlikte zikredilir ve bir maaş nevini ifade eder; Raiyet bunu ve mersûm''u iktâ sahibi'nin memurlarına öder. Merâfık ve işâbât (lügat mânası: kazançlar), 'âmiller ('ummâl) ve mali- ye müfettişleri (mutasarrıfân) tarafından devlet hazinesi(/ıızârae)ne teslim edilir. Bu vergi nevi, bundan önceki gibi, yalnız Giyasü'd-dîn Pirşâh'a ait bir vesikada geçer. Merâsim-i haşşa—yi bibıâr ("özel denizler vergüeri"), Fars körfezindeki gemilerin ödedikleri vergiler. Belki de liman harcı v.s. Mersûm (lügat mânası: "emredilmiş"),bir maaş nevi. Burada vergi adları arasında zikredilmiştir. Çünkü mersûm hiç olmazsa kısmen, doğrudan doğruya raiyet tarafından hak sahibine veya mümessiline ödenir. Bu kelime ekseriya rusûm ile birlikte ve maaşın ödendiği memurun adı ile birlikte geçer. Meselâ mersûm-ı şahnegî (Şahne'nin maaşı) gibi. Aşağıda "Maaşlar" bölü- münde daha fazla bilgi verilecektir.
Me'ûnet (cemi: me'ûnât, mu'en) (lügat mânası: "gıda maddesi"), "alef'e benzer." Geçim meblâğları" mânasına gelir ve kısmen kanunî olmayan vergilerden sayılır: dîvân'lara raiyet''ten tahsd etmemeleri ihtar edilir ve top- lanması mutad yerden kaldırılması istenir. Bir iktâ sahibesi hatun bu vergiyi kendi ihtiyacı için tahsil eder, liyakat kazanmış bir şahsiyet me'ûnet ve ben- zeri vergileri (kısem, 'avârız ve nuzûl) ödemekten muaf tutulur. Bundan başka Gıyasü'd—dîn Pîrşâh'ın bir vesikasından vekil-i der'in madun- ları (hıdmetkârân) na ödediği bir ücret veya maaş nevini gösterir.
Muhdeşât ("yeni" vergiler), zevâid ("ek" vergiler) ile birlikte yasaktır.
Mukarrerât-ı mellâhan—ı furez, Liman pilotlarının "tesbit eddmiş" (vergüeri) dir. Nuzûl (lügat mânası: "attan inmek"), ihtimal bir nevi karargâh para- sıdır. Bu kelime bir vesikada me'ûnet kelimesiyle birlikte geçer.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 363
Nuzûr (nezr'in cemi:) ("takdis") teşhis edilmiyen bir vergiler nevidir ki, bâzı şahıslar muaftırlar. Resm (cemi: rüsûm "vergi"), müfred halinde yalnız bir yerde geçer, bir vergi nevinin bahis konusu olduğu da muhakkak değildir. Kelime cemi halinde çok geçer ve umumi olarak "vergiler" ve ekseriya tahsisat mânasına gelir. (Rusûm—ı dîvânî hakkında, dîvânî vergiler için verilen izahata Bk.) Kelime ekseriya mersûm kelimesiyle birlikte bulunur. Bütün bu terimler aşağı yukarı "sağlam maaş ve tahsisat" mânasına gelir.
(Hukûk) ve rüsüm-ı şahnegî (şahne''ye maaş olarak verüen vergiler ve tahsisler) gibi. Bunları, şahne vadesinde mümessilleri vasıtasiyle Türk- men başbuğlarından tahsil eder. Şadalfât, eski İslâmi sadaka vergisi. Bütün diğer vergiler gibi müşrif vasıtasiyle kontrol edüir. Bu vergi ilk manâsını tamamiyle kaybetmiştitr. Tesvîgât (tesvîghn cemi: "müsaade, hediye"). Bir nevi burs ve tahsis mânasına gelir ve idrârât gibi vergi olarak 'âmil vasıtasiyle tahsil edüir. Teveccühât (teveccüh'iin cemi: yöneliş), tam manasiyle tarif edüemiyen bir vergi nevidir. Bunlar, "câiz vergiler;" (rüsûm-i câiz) ile birlikte 'âmil vasıtasiyle tahsil edilir. Lambton'a göre, normal vergilemeyi aşan vergi- ler bahis konusudur. Bu vergiler belki de Moğollar zamanında mutad olan nıütevccihât("nakdî vergiler") le aynıdır. Tayyârât (lügat mânası "uçanlar"), Lambton'a göre, "bir olağanüstü vergi nevi veya, belki de şehir kapılarında tahsil edilen gümrüklerdir." İbnü'l-Belhi'de bir vergi bulunmaktadır ki, Şiraz'ın içinde veya civarın- daki bir pazarın tayyârât ve diğer vergileri 16000 dinarlık bir meblâğa baliğ oluyordu. Le Strange, -bu eserin tercümesinde-bu kelimeye "kiralar" veya "fazla gelirler" mânalarını verir. Moğollar zamanında tayyârât kelimesi müsadere edilmiş servetlerin muhtelif nevileri manasına gelir. Tayyârât, yeni hükümet veya vali vasıtasiyle dîvân'm tayin ettiği esaslara göre idare edilir. (tîmârdâştJ ve iarâ'ib ve 'âvârız ile birlikte olağanüstü vergilere da- hildir. Bir vesikadaki iktâ sahibesi hatun bunu kendi masrafı için tahsil eder. Vech (cemî: vücâh; lügat mânası: "yüz"), "meblâğ" manasına gelen umumî bir tâbirdir ve ekseriya cemi halinde geçer. Vücûh-i envâ'—ı irti- fa'ât ("doğrudan doğruya tahsil edilen vergiler (?) (hasad vergileri) nevüeri, meblâğları"), bu mânayı haizdir. Dîvân ve dîvân—ı a'lâ kelimeleriyle yapılan terkipte, emvâl gibi, sadece "vergüer" mânasına gelir. Miilsevfî-
364 MEHMET ALTAY KYME
yi memâlik vasıtasiyle tahsil edilen vech ve mâl da aynıdır. Vech ve mâl teriminin vergüerin heyeti umumiyesini ifade ettiği görünüyor. Zarâ'ib (müfredi olan zarîbe burada geçmez), görünüşe göre olağan- üstü vergilere dahildir ve zaman zaman tayyârât ile birlikte zikredüir. Bu iki vergi hesaplan (hesabhâ), memurlar (gumeştegân) ve maliye müfettişleri (mutasarrıfân) tarafından reis'ın ve dîvân—ı 'amel'in önüne konur. Her iki vergi müstevfî vasıtasiyle idare edilir. Zarâ'ib—i şehr ve iarâ ib-i kasaba, belki de, iara'ib'm çeşitleridir. Sonuncunun mülki ve sair nevileri vardır ki, bundan ne anlamak gerek- tiği vesika metninden çıkarılamıyor. Lambton, zarâ'ib'in hesabedildiğin- den başka bir para sistemiyle ödenen vergüerin tebdiliyle münasebettar olarak ilk zamanlarda olduğu gibi Selçuklular zamanında da tahsil edilen bir vergi olmasını mümkün sayıyor. Zero'ib yalnız Sancar zamanına ait vesikalarda geçiyor. Zevâ'id (zâ'id'in cemi: "ek"), yasak olan ek vergilerdir. Divan'lardan, zevâ'id talep etmemeleri ve ödenmiş olan yerlerden de kaldırmaları veya bir zaruret halinde istemek zorunda kalınırsa, mütesaviyen tahsü edilmesi istenir 4S.
48 Dr. Horst, vergiler hakkındaki bu bilgiyi, Melik tayinine dair Gıyâsü'd-dîn Pîrşah'a ait iki vesikaya (Fes.,vr.95 vdd; vr.136 a vdd); müstevfi-yi memâlik tâyinine dair Atsız'a ait 1 vesikaya (Ahk., vr. 13 a vdd. Ebk.il a vdd.,nşr. Tûysirkânî, s.78 vdd) İl Arslan'a ait bir vesikaya (Ahk. vr. 220 vd.); Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait iki vesikaya (Ves., vr, 11 b vdd; 41 a vdd); Vali tayinine dair Alp Arslan'a ait bir vesikaya (Ev., vr. 3 a vd); Sancar zamanına ait 4 vesikaya (/(/..*. 16 vdd; 67 vdd; 69 vdd; 74 vdd); Atsız zamanı- na ait bir vesikaya (Ahk. vr. 57 a; nşr. Tûysirkânî, s. 33 vdd); II Arslan'a ait bir vesikaya (Ahk.,\-r.lti a vdd); Tekiş zamanına ait iki vesikaya (Teı\,s.l3 vdd; 38 vdd); Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (Ves.,vr.78 vdd); Reis tayinine dair Sancar'a ait 4 vesikaya (bk. At.,21 vdd; 26 vdd; 40 vdd; 55 vdd); hü- kümdarı mehçul bir vesikaya (i?es.,vr.93 add); Müşrif-i vilâyet tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya ( İlık..vr. 10 b vd; nşr. İkbal, vi- zaret, s. 31); Müstevfi-yi vilâyet tayinine dair Sancar'a ait iki vesikaya (j4i.,s.46 vdd; Ahk.,vr.ll a vd); Bölge müstevfîsVne dair Atsız'a ait bir vesikaya (Ahk.,vr.6l a vd; nşr. Tûysirkânî, s. 43 vd.); Bölge müşrifVne dair meçhul bir hükümdara ait bir vesikaya (Res.,vr.95 a vd); 'Amil tâyinine dair Sancar'a ait iki vesikaya (yll.,s.60;s.66 vd); Atsız'a ait iki vesikaya (Ahk.,vr.74 a; 132 a; nşr. Tûysirkânî, s.81 vd); İktâ tevcihine dair Tekiş'e ait üç vesikaya (Tet;.,s.30 vdd; s. 90 vdd; s.95 vdd); Gıyâ- sü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (bk. Fes.,vr.85 a vdd) ve başka vesikalara dayanarak veri- yor.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 365
Hizmetler (s. 83)
Vergiler yanında raiyet teıı hizmetler istenir, fakat bu hizmetler ilk is- lâm) devirde olduğu gibi ve Doğu Roma kilisesi hizmeti gibi verginin bir unsuru değildir. Bilâkis bu hizmetler açıkça gayri kanuni sayılmıştır. Bu hizmetler için vesikalarda yalnız Hârezmşahlar devri için iki terim vardır: şâhkâr ve bîgâr, yani "mecburî iş ve angarya. Bu iki kelime birlikte geçer ve muhtemel olarak her türlü mecburi hizmetleri ifade ederler. Bu vesika- da, vali'ye, köylüleri ve dihkâniarı (dehâkîn) şâhkâr ve bîgâr-ı mütegallibe ("kuvvetlilerin mecburî iş ve angaryasından", yani hâkim muhitler vasıta- siyle yükletilen angaryadan) korunması talimatı verilir. Başka bir vesika- da büyüklerin ve bir tesis memurlarının mecburî iş ve angarya talebinden korunması istenir. Üçüncü bir vesikada ise hizmetler bu tamahkârlık (neh- met), rüşvet ve başka kayırmalar ve hakku' s-sa'y Ue raiyet''i korumak ica- beden aynı kategoriye sokuluyor.
Maaşlar (s. 83-87)
Tahsisat ve in'aınlar dahd, yapılmış veya yapılacak hizmetlerin her türlü karşılığı; bir taraftan iktâ sistemi, diğer taraftan vergi sistemine sıkı sıkıya bağlıdır. Memurların maaşlarının ve askerlerin ücretlerinin iktâ gelir- leri şeklinde ödenebilmesi bakımman iktâ sistemine; bazı maaş nevderinin doğrudan doğruya bu maaşları alanlar vasıtasiyle vergi şeklinde mükellefler- den tahsil edilmesi, diğer bazı maaşların yüksek makamlardaki memurlar vasıtasiyle ellerinden geçen vergilerden şahısları için alakoymaları yüzün- den, vergi sistemine bağlıdır. Her ikisi de, ruhanî asilzadenin ve benzerî mu- hitlerin, şerî memuriyetlerde bulunanların maaşları için muteber değddir. Onların tahsisatları salâhiyetli makamların kasalarından ödenir. Eldeki vesikalarda geçen her türlü ödeme ve tahsisat şunlardır: A'dâd ('aded''in cemi; "sayı"), görünüşe göre, Seyyidler'e (?) ödenen bir tahsisat nevidir. Enzâr (nazar''ın cemi; "görme"; "ihtimam"). Her halde bir nevi tahsis- tir. Enzâr, müstevfî vasıtasiyle idare, kontrol edilir ve ödenir. Bu esnada müstevfî, enzâr'ı alanları da denetlemek hak ve selâhiyetine sahiptir. Enzâr'ı teologlar, zahitler v.s. alırlar. Erzâk (rızk'ın cemi; "yiyecekler"), maaşlar, tahsisat ve ücretlerdir. Askerî ve sivil hizmetkârlar (hadem ve haşem), vekilleri vasıtasiyle erzak ve mevacib alırlar. Hizmetkârların maaşlarını ödeme zamanları (evkât—ı
366 MEHMET ALTAY KOYME
itlâk-ı erzak—ı hadem) müstevfî'ye bildirilir. Seyyidler, teologlar ve za- hitler, keza erzak alırlar. Fakat onlar bunu yapmış oldukları hizmetler için değil, Peygamber'in soyundan oldukları için veya mevki ve rütbeleri dola- sıyle alırlar. Bu hallerde erzak kelimesini tahsis (maaş) diye tercüme etmek gerekir. Bir vesikadan anlaşıldığına göre, Seyyidler'in tahsisatı, arazi vegisi (harâc) ve sevet vergisi (ebvâbiVl-mâl) nden ödenmektedir. Ordu mensup- ları (mütecennide) mevâcib ve erza/c'larını dîvân-ı 'arz'ın başında bulunan devlet adamı vasıtasiyle alırlar. Cedâvî (cedvâ'nın cemi; "hediye" ?), saray hizmetkârları (bendegân-ı dergâh) nın gelirlerini gösterir. Câmegîyât, câmikiyât câmegî'nin cemi; "bir elbise (câme) için kâfi yün ku- maş parçası" maaş ücret veya câmekîye: "burs" "maaş") sivil ve askerî hizmetkârlar (haşem ve hadem)a ödenir ve müstevfî vasıtasiyle idare edilir. Müşrif, ödenmesini kontrol eder. Cerâyât veya cirâyât (cerâ'nın cemi; "burs", "yaşama masrafları"; veya "cirâyet", "günlük tayın", "maaş"), câmegîyât gibi haşem ve kadem'e ödenir ve müstevfî tarafından idare edilir ve müşrif tarafından kontrol edilir. Bun- lar muhtelif rütbelerden birlik kumandanlarının gelirlerini gösterir. Hultük (halik'ın cemi; "hakikat", "iddia") yukarıda "vergiler" adı altında izah edilen resimlerdir. Hukûk—ı mukta'âne ("ikta sahibine mahsus vergiler"), maaşlar arasında zikredilebilir. İkta sahibi bunu gelirlerine ek olarak, belki de idarî vazifelerine karşılık doğrudan doğ- ruya raiyet'ten tahsil eder. Hukuk ve rüsûm-ı şahnegî de maaşlar arasında zikredilebilir. İcâb (ve cemi hali içâbât, özel mânası "mükellefiyet, tastik"). Bir maaş nevi: Bir prensin iktâ, icâb, menkul malları ve arazi (esbâb, emlâk) si tastik edilir. İcâb, haşem'e aittir ve müstevfî'nin selâhiyetine girer. Lambton bunu tahsisat olarak verir. İdrâr ve (cami olarak idrârât), her şeyden önce maaşlar mânasına gelir. Meselâ bir vali'nin, bir kadı'mn, bir nakîb'in maaşları. Bundan başka tahsisler; meselâ teologların, rahiplerin v.s. Seyyidlerin, lâyık adamların tahsisleri. İdrârât müstevfî tarafından idare edilir, (defterlere) kaydedilir ve ödenir; müstevfî, hesabı kontrol eder ve ödemeden içtinap etmek selâ- hiyetine sahiptir. Ma'aş ("geçim vasıtası"), nakîb'in Seyyidler'e ödediği meblâğdır. Ma- 'âyiş (ma'işet'in cemi: "yaşama vasıtası") teologlara, zahitlere v.s. Seyyidler'e
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 367
iâyık adamlara, bir eyalet veziri'ne ödenen geçim parasıdır. Müstevfîler tara- fından idare edilir ve ödenir. Menâfi (menfa'at1 m cemi; "fayda"), saray hizmetkârları (bendegân-ı der- gâh) nın aldıkları tahsisattır. Merâfık (mirfak'm cemi; "mal"), bir reis'in, mersûm ile birlikte doğ- rudan doğruya raiyet''ten tahsil ettiği gelirlerdir. Mersûm ve (cemi halinde) mersûmat, hemen hemen daima vasıtasız olarak raiyet'ten tahsil edilip, hak sahibine ödenen bir maaş nevini gösterir. Bu tarzda maaşlarını alan memurlar arasında müstevfîler, müstevfi'nin bir nâib'i, bir müşrif, bir şâhib—i dîvân-ı 'arz, bir reis bir emîr-i âb (sulama komiseri), bir hatib, bir müderris, bir mâllik vardır,
Bütün bu hallerde raıyet'in bu mersûm'u bazan hışeş, merâfık ve rüsum de birlikte hak sahiplerine veya bir memuruna götürmeleri açıkça söylenir, iki vesikada mersûm'un iktâ şeklinde tahsis edddiği görülmektedir. Bir ve- zirin "şukadar bin dinar" tutarındaki mersûm'u emvâl-i dîvân'dan ödenir. Böyle tek başına bulunan bir mersûm'un yanında, mersûm-ı şahnegî (şah- ne'lere mahsus havale) ve mersûm—ı riyâset (ve istifa) terimleri vardır. Bun- lar belki de bu makamların başında bulunanların maaşlarıdır.
Mevâcib, sivil hizmetkârlar (hadem) a, tercihan askerî hizmetkârlar (haşem)a ve bundan başka bir prense, bir yüksek subaya ve diğer devlet ricâline verilen maaşlardır. Bu kelime ordu mensupları (mütecennide)na ve köle askerler (gılmân) e ödenen ücret nevini gösterir. Mevâcib, ekseriya iktâ ile münasebettar olarak geçer. Öyle ki, bu taktirde mevâcib ile iktâ şek- linde tahsis edilmiş maaş kastedildiği farzedilebilir. Mu'en (me'ûnet'in cemi), vekîl-i der'in madûnlarına ödediği bir ücret nevidir. Müşaheret (şehr'den, "ay"), teologların, medrese fakihlerinin aldık- ları aylık maaşlardır. Kelime aylık ve günlük burslar (yevmden "gün" müyâ- vemet), yıllık burslar (sene'den müsânehet), bir medresenin müderrisleri ta- rafından kabiliyetleri nisbetlerinde talebeler için tesbit edilir.
Müsanehât ve muyâvemet için bk. Müşaheret.
Nânpâre (lügat mânası: ekmek dilimi, ekmek parçası"), esas itibariyle askerî şahıslara ödenen, hattâ asilzadeler ve ihtimal Türk askerî aristok- rasisine mensup olan dâd-beg (en yüksek adliye memuru) bu muhite men-
368 MEHMET ALTAY KYME
sup sayılırsa, belki münhasıran askerlere ödenen bir maaş veya ücret nevidir. Selçuklular'ın kudret ve tesiri altında kalmış olan Memlûklar idaresinde hubz ("ekmek")in iktâ yerine geçen yaygın bir terim olması dik- kate şayandır. Rüsûm (resim''in cemi; "narh", "maaş"), raiyet tarafından doğrudan doğruya memurlara gelir olarak ödenen meblağlardır. Riisûm-1 şahnegî, inzibat makamına ödenmiş gelirlerdir. Teşrifât (teşrifin cemi; "şereflendirme"), müstevfî vasıtasiyle idare edilen "in'amlar"dır. Tesvîgât (tesvîghn cemi; "müsaade, hediye verme") idrârât ile birlikte 'âmil vasıtasiyle tahsil edilen bir aylık veya burs nevidir. Esasında tesvîg vergiden muaf bir saha idi. Vazife, dîvân—ı arz'ı yönetenin ordu mensupları (mütecennide) na öde- diği ve melikler (mülûk) in, emîr'lerin ve askerî kumandanlar (serlıaylân, isfehsâlârân) ın alt kumandanlar (hayltâşân) a ödedikleri bir nevi ücrettir. Vucûh-ı inli'âş ("ihya"), ihtimal Sedyyidler'e ödenen geçim paraları- dır 49.
HUKUK SİSTEMİ (s. 87-98)
İslâmî doğuda eski zamandanberi şerî hukuk ile örfî hukuk yanyana mevcut olagelmiştir. İslâmiyetten önceki zamanda münazaalı meseleler ha- kem vasıtasiyle karara bağlanırdı. Hakem herhangi bir kimse olabilirdi. Pey- gamber Muhammed, ilk halifeler, valileri adaleti icra ederlerdi. Bundan
49 Dr. Horst bu bilgiyi esas itibariyle Müstevfî-yi Memâlik tâyinine dair Atsız'a ait bir vesikaya (bk. Ahk., vr.130 vdd; Ebk., vr. 37 a vdd; nşr. Tûysirkânî,s.78 vdd); İl Arslan'a ait bir vesikaya (bk. Ahk., vr. 22 a vdd); Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait iki vesikaya (Ves., 11 b vdd; 41 a vdd); Dîvân-ı 'arz'a dair, yine Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh'a ait bir vesikaya (bk. Fes.,vr. 43 b vdd); Vezir tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bk.At.,s.48 vdd); Tekiş'e ait bir vesikaya (bk. Tev., 75 vdd); Vali tayinine dair Sancar'a ait dört vesikaya (bk./l(.,s.l3 vdd; s.16 vdd; s.38 vdd; 74 vdd); halefi Rüknü'd-dîn Mahmud Han'a ait bir vesikaya (At. s.42 vdd); İl Arslan'a ait bir vesikaya (Ahk., vr. 17 a vdd); Tekiş'e ait bir vesikaya (Tet>.,s.l3 vdd); Vilâyet Müstevfîsi tâyinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (At.,s. 46 vdd); Vilâyet müşrifliği tayinine dair Sancar'a ait bir vesikaya (bkAhk. vr. 10 b vdd); Reis tayinine dair yine Sancar'a ait üç vesikaya (bk.ylf.,26 vdd; 40 vdd; 55 vdd); hüküm- darı meçhul bir vesikaya ve diğer bazı müderris, nakib, hatib, vekil-i der, bölge müşrifi, bölge müstevfîsi tayinine dair vesikalara dayanarak bilgi vermektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 369
başka daha Ömer ve Osman, hukuk bilgisi olan kimseleri hâkim (kadı- lığa tayin ettüer. Çok geçmeden kadı''nin adaleti yerine getirmesinde bazı kaideler kondu. 660-680 yılları arasında hükümlerin yazılı olarak tesbiti mutad hale geldi. Biraz sonra ise, vasilik, kadı'nin elinde olan küçük yaşta- kilerin servetinin kayıt ve tesbiti âdeti yerleşti. Kaynak olarak, Kur'an ve Hadis'e dayanan şerî hukuk sisteminin inkişafı, hukuk kitaplarının ted- viniyle "içtihad kapısı", yani kaynakların -Kur'an ve Hadis'in- müstakil araştırılması yolu, kapanınca, IX. asrın sonunda ehemmiyetli şekdde durdu. Kadılar yanında bir dünyevî makam da, bilhassa ceza mes'elelerinde adalet icra ediyorlardı. Kadılar ise tercihan şerî hukuk meselelerine çağrı- lıyorlardı. Şerî ve örfî mahkemelerin s el âhiy etlerinin tam mânasde ayrd- ması şüphesiz bahis konusu değildi.
Ş e r r î Hukuk Sistemi (s. 88-91).
Şerî hâkim (kadı, cemi: kuzât), halkın koruyucusu ve İslâmlığın bekçi- sidir. En alt kademedeki bir kadı bile, devletin ve dinin -hükümdarın, hali- fenin, Peygamberin, Allah'ın- mümessilidir. O, vazifesini tek başına görür. Müşterek hâkimlik İslâm'ın meçhulüdür. Kadı, din ve şeriat de dgili bütün işlerde selâhiyetlidir ve dîvân kendisini desteklemek zorundadır. Kadı olmak itibariyle aynı zamanda hâkimdir, yani örfî mahkeme işleri de ona düşer. Kadı'ıım, hukukî faaliyeti esnasında kullandığı kaynaklar, Kur'an, Hadis, Peygamber'in arkadaşlarının ve Imamlar'ın sözleri, İcmâ', eskderin koydukları kaideler, Ebu Hanife'nin koyduğu kaidelerdir. Dev- letin en yüksek kadısı hakkında Hârezmşâh Tekiş'in zamanına ait bir vesikada kıyas (mukayese suretiyle neticeya varma), kendi düşüncesi (fikir), kendi reyi, nihayet kaynakların tefsiri (ictihâd) de vardır ki, fikr, rey ve iç- tihad her halde en yüksek kadıya mahsustur. Kadı, Allah korkusu, şeriatın takibi, teologlar, fakihler, din adamları, imamlar ve ehl-i fetva ile istişare ile mükallef tutulur. O, âdil, tarafsız, ihtiyatlı hükümler vermeli ve hük- münde hiç acele etmemeli, yanlış hükümlerinden dönmeli, şüpheden ari hal- lerde ise tereddüt etmemelidir. O, önünde bulunan hâdiseleri hiçbir ön fik- re sahip olmadan ele almalı, hâmder (hâmî, mugnî) tarafından ikna edilme- meli ve dünyevî menfaat mülâhazalariyle hareket etmemelidir. Her şeyin üstünde memuriyetinin kaide ve emirlerine sıkı bir şekilde tutunmalıdır. Kadı tarafından verilen hüküm katidir; raiyet, bu hükmü karşı koyma- dan kabul etmekle mükelleftir. Hükümlerin yerine getirilmesi (tenfîz-i ka- iâya) ne nâib-i şahne salâhiyetlidir.
F. 24
370 MEHMET ALTAY KYME
Kadı, Kur'ananın kaidesine uygun şekilde okunmasından, hadis'in ve eşhâb (Muhammed'in arkadaşları) m sözlerinin doğru öğretiminden, liya- kat kazanmış insanların haklarını korumaktan da mes'uldur.
Kadı, (sivd) dâvalar (fıuşûmet)a. da bakar ve hüküm verir. Onun her vak'ayı dinlemesi, şikâyetçüeri (müddeciyân) ve muhasımları (husûm) daima dikkatle takibetmesi lâzımdır. İcabında araya girmeli ve bir anlaşmayra var- ma yollarını aramalıdır. Şahitler(şü/ıûd) e hususî bir ehemmiyet verilir. Kadı, şahitlerin şöhre- tini, içtimaî durumunu, mevcut sempati veya nefreti ve tabiî sözlerini esaslı bir şekilde tetkik etmek zorundadır. Bir vesikada kadı, nâib'ine şahitler bizzat (mahkeme huzurunda) görünmeden kusursuzluğu, tabiî itimada şayan olup olmadıkları tetkik edilmesi gereken tezkiye şahitleri(ehl-i tezki- yet) vasıtasiyle tastik edilmeden önce, hiçbir şahitliği kabul etmemeğe teş- vik etmesi talimatını verir. Devletin en yüksek fcadı'sına, bilmeden veya kötü niyetle yapdmış yan- lış şahitliğin saray(6ârgâ/ı) a bildirmesi talimatı verilir. Böylece Kur'an- 'da yanlış şahitlik, puta tapmakla bir tutulduğu için, iş buradan takibedi- lebilir. Vasilik, yani gerek yetimler (eytâm)in, gerekse erkek akrabası olmayan kadınların vasiliği de kadı'nm. vazifesidir. İslâm hukukunda velâyetu'l-rnâl denen yetim vasiliğinden çıkan vazifeler, terimin de gösterdiği gibi, her şeyden önce yetimlerin servetinin himaye ve idaresidir. Kadı, yetimin ser- vetini rüşte erişinceye kadar, ya bizzat idare eder veya idaresini yed—i emin (ümenâ ve fyafeze, şi/cât)e tevdi eder. Böylece bu servet müdahalelere, haksız (bî—huccat) iddialara karşı korunur, israf ve suiistimalden vikaye edilmiş olarak kalır. Vasiler, yalnız servetin muhafazasiyle mükellef değildirler, onun artırılması için de gayret safetmek zorundadırlar. Bunun için, onların vesayet altına alınan servetinden karşdanan elbise ve nafakaları vardır. Yetimler rüşte erişir erişmez, onlara servetleri, şâhitlerin huzurunda teslim edilmesi gerekir. Kadı, gayipların servetini de nâib'leri veya itimada şayan adamları vasıtasiyle, aynı şekilde idare eder.
Veli'si olarak idare edebilecek (velâyetü'n-nikâh) erkek akrabası bulunma- yan kadınların vesayetine gelince, kadı, evlenmeleri esnasında onlara na- sihat vermeli ve eşlerin birbirlerinin dengi olmalarına dikkat etmelidir. Kadı, umumiyetle nikâh kıyar. Bu esnada mümessilüği (velayet) işinin düzgünlü- ğüne ve mihr'in doğru tesbit edilmesine dikkat etmesi lâzımdır.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 371
Kadı, terekeleri (terikât) ve vasiyetleri (vesâyâ) şeriat'a göre tayin ve tesbit eder. Kur'an ve Hadis'e istinaden onların hak sahiplerine ulaşma- sına gayret eder. O, (sahipsiz) terekeleri ve mirasları (mevâris), Kur'an'a ve sünnet'e göre hak sahipleri arasında taksim eder veya onlara satın alma hakkı (fıakJcıı's—şefka) verir. Bundan başka kadı noter vazifesini de görür. Onun önünde, âdil şahit- ler (şühûdr-i cudûl) in huzurunda mukaveleler aktedüir. Kadı, (hazırlanan) vesikaları mühüriyle mühürler. O, hüccetler (hucec), vasiyetnameler (vesâyâ) müsâlâhalar (muşalahât), mukavele vesikaları (nâmehâ-yi karâri), müba- dele mukaveleleri (kabâlehâr-yi ikrâri) gibi şeyleri (vefayı ) muhafaza eder veya idareci (evşıyâ) vasıtasiyle idare ettirir. Sahiplerinin talebi üzerine geri verir. Kendisine (muhafazası için) tevdi edilen şeyler, evşıyâ vasıtasiyle ida- re edilirse, kadı, bunları şerîatçe tesbit edilmiş zaman içinde euşıyâ'dan geri istemek zorundadır. Nihayet câmderin ve bunlara ait tesisler (mevâzı -i hayr, evkâf, mü- sebbelât)in idaresi de kadıya düşer. Cami binalarının muhafazası ve tezyi- dinden mes'uldur. Vakıfları bizzat idare eder veya tesislerin idaresini (tevliyet) nâib'lerine tevdi eder. Bunlar, tesislerin gelirlerini arttırırlar ve kendileri için hiç bir şey kullanmazlar. Bu mütevelliler (vakıf idarecilerdi, kontrol etmek üzere kadı müşrifler (müşrifân), muhâsibler, tayin eder. Idhâlât (dahi), hububat (gallât), mahsuller (mahsulât) ve gelirler (irti- fâ' ât) kanun'a ve vâkıfın, şartlarına uygun olarak kullanılmalı, hak sahibi olmayanların tecavüzlerinden korunmalı ve hak sahiplerine teslim edilmeli- dir. Bir vesikada kadı, iltizam mukaveleleri (icârât) ni uzatmaz. Kadı'nın emrinde bulunan vakıf tesislerinin maliye müfettişleri (mutasarrıfân), şerik- ler (? şürekâ) i, vükelâ'sı, zü'emâ (belediye reisleri), iltizam paraları (mâl-i icrârât) nı ve kanun ve vâkıfın şartlarma göre mütevelli' ye ait olan tahsisat ve temettuat (mersûm ve rüsûm) ı, (kadı) nâib'ine teslim edeceklerdir. Her memur gibi, kadı'nın da nâib'leri (nüvvâb, nâibân) vardır. Bunlar ya hükümdar tarafından veya bizzat kadı tarafından tayin edilirler. Böylece hükümdar, kendisinin yapacağı sefere iştirâk edecek olan Hârezm kadı'smm nâib'i olarak, onun oğlunu tayin eder. Devletin en yüksek kadısının nâib'leri, onun emrinde olan sahanın geri kalan kadı'larıdır. Baş kadı, bunlara vazifelerini sayan yazılı talimat (resm) verir. Belki de bunları baş kadı bizzat tayin eder. Bu esnada hükümdar bazı tayin haklarını bizzat karar vermek üzere kendisi için muhafaza eder. Mahalli kadı'laım çevre için tayin ettikleri rcdi&'Ierin ne vazife gördüleri
372 MEHMET ALTAY KYME
açıkça anlaşılamıyor. Belki de bu «âit'lerin hazırlayıcı bir faaliyetleri vardır, veya onlar hafif vak'aları müstakü olarak karara bağlayabilirler. Kadı''nin kendisi tarafından tayin edilen diğer masai arkadaşları, hüküm- ler (şukûk)in, mukaveleler (gabalât)ın, dokümanlar (vesaik)m ve vesika lar (sicillât)ın kaleme alınmasından iyi anlamak zorunda olan, teoloji ba- kımından yetişmiş bulunan, takip ve davaları (deâvâ), söylenenlerin tahkiki (beyyinât)ni, protokolların sevk ve idare (takrir-i hâl-i hukûmet)- sini, haberlerin kaleme alınması (taşvîr-i şuver-i vekâyi' )nı bilen tam selâ- lâhiyeti haiz adamlar (vükelâ)diT. Memleketin en yüksek kadısı, kâzı—yi cümle—yi memâlik veya kâiî der küll—i memâlik veya vilâyât unvanını taşır. Bu en yüksek kadı, liyakat- lerine göre tayin ve azlettiği bütün kadı ve hâkimler (hükemâ)e nezaret eder. Hattâ o, -şüphesiz yalnız ağır sebepler bulunması halinde- kadı- ların delilleri (' akd—i sicillât) ni, hâkimler (hiikemâ) in hükümleri (ahkâm)ni kaldırabilir. O, umumiyetle bütün şerî işlerde selâhiyetlidir ve hiç kimse müsaadesi olmaksızın, bu şerî işlerle (umûr—i şer'i) meşgul olamaz. Devletin en yüksek /cadı'sından sonra vilâyet kadı'ları gelir. Bunlar- da şehir ve mahal kadılarının âmiridirler. Hükümdarın ordusunun kendi hususi ordu kadısı (kâzi-yi haşem ve leşkeriyân-ı hazret) vardır. Bu kadı, askerî hizmetkârlar (haşem) m ve as- kerler (leşkeriyân ve mütecenrıide) in şerî husumetleri (huşâmât) ni hal ve fasla selâhiyetlidir. Gösterdiği faaliyetlere karşılık kadılar, maaşlar (idrârât) ve kadılık memuriyetine mahsus vergi (mersûm) yi alır 50.
Örfî Hukuk Sistemi (s. 92-93)
Dünyevî meselelerde hüküm verme de, Büyük Selçuklular ve Hâ- rezmşâhlar devrinde, devlet kudretini ellerinde tutanlardadır. Örfî mah- keme, bdhassa ceza meseleleri ile meşgul olur. Hükümdar, elde mevcut vesi- kalardan değd, fakat Nizâmü'l—mülk'ün eserlerinden de ortaya çıktığı gibi, en yüksek dünyevî hâkimdir. Ona göre, hükümdarın haftada iki gün mah- kemede oturması (be-mezâlim nişîned), kayıtsız şartsız zaruridir.
50 Dr. Horst, bu bilgiyi Alp Arslan (bk.i?ı>.,vr.4 vdd); Sancar (bk. At., s. 9 vdd; s. 32 vd; s.45;s. 50 vdd; 57 vd; s. 58 vd; s. 64 vdd; Ahk., vr. 22 b vdd;vr.H5 vdd); Atsız (bk. Ahk.,vr.57 b vdd;nşr. Tûysirkânî,s.35 \d;Ahk.,vrJ3 a vdd; 128; vdd.; nşr. Tûyrsikânî, s. 74 vdd; Ar.,vr.,17 b); İl Arslan (Ahk.,vı. 79 a vdd); Tekiş (Tev.,s.56 vdd) ve meçhul hüküm- dar (bk. Ahk.,vT.118 b vd; Res.,vr.94 b vd) a ait vesikalara dayanarak vermiştir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 373
İdare memurlarının da lâik hâkimlik vazifeleri vardır: Hârezmşâh'ın nâi6'leri, -idare memurları ile şüphesiz kadılar da kasteddebilir- ağır bir yaralama ile suçlanan bir suçludan kışaş veya kan parası (diyet) ister ve şeriata göre, bir ibret emsâli tesis eder.
Vezir, dünyevî hâkimdir ve şikâyetleri dinleyip, bu şikâyetleri tahkik, tarafsız olarak, âdil bir karar verdiğine göre, vali böyle bir hâkimin vazife- lerini icra eder. Vali karar verirken, tecrübeli adamlarla istişare eder. Buna mukabil (şer'î) mahkemelerdeki şer'î işlere nezaret eder. Bundan başka dün- yevî mahkemenin reisi (şâlıib-i dîvân-ı mezâlim) olduğu gibi, kadılar- ın ve hâkimler'in âmiridir. Bir vilâyet veziri, irtidat eden bir kimseyi tevkif eder, ona düşünmek için üç günlük bir mühlet verir, bu kimse bu mühletin sonunda tekrar ihti- da etmediği taktirde onu öldürtür.
Reis de şikâyetleri dinler, ihtdâfları halleder; şeriate göre ve kadılar, imamlar ve asillerle muvafakat halinde, suçluları mahkûm eder. Bundan başka reis, kadı ve hâkimleri, lüzumu hâlinde muhakemeye müdahale ede- bilen nâibler vasıtasiyle kontrol eder. İktâ sahibi (multtac) ve mâlik de sahalarının aynı zamanda hâkimi- dirler. Bir dereceye kadar ek memuriyet olarak dünyevî hâkim sıfatı Ue vazi- fe gören bu memurlar yanında, hususî dünyevî mahkemeler (dîvân-i me- zâlim) de vardır. "Bütün ülkeler saray mahkemesi" (kaiâ-yi dergâh der kiill-i memâlik), bu meyandadır ki aynı vesikada biraz aşağıda yûlûk—ı a lâ der küll-i memâlik adı ile geçer. Yûlûk kelimesi, yalnız bu vesikada, bir de NesevVnin eserinde geçmektedir ve türkçe "dîvân—ı mezâlim" mânasına gelir. Vesika'da geçen en yüksek yûlûk, Nesevî'deki yûlûku's-sultan' a tamamiyle tekabül eder. Vesikada da kaza. (!) adı ile geçen bu en yüksek dünyevî mahkeme reisliği, Hârezmşâh adesinin âlim bir üyesidir. Nesevî'de iki yûlûk emiri (emîr al—yûlûk) ile birlikte çadırında memuriyetini ifa eden bir hâkim, yûlûku's-sultan' dan bah- sedilir. Bu hâkim kelimesinin geçmesinden, onun bu mahkemenin başı ol- duğu kabul edilebdir. Her iki taktirde de sultan'ın, geçici ve nazarî olarak en yüksek hâkim olması gerekir. Mülûk'tan başbyarak en alt kademedeki memura kadar bütün devlet ricali, sivil memurlar, askeri erkân ve bütün raiyet onun emrindedir: Bunlar yûlûk'un ve nâib'inin otoritesini tanımak ve emirlerini bağlayıcı olarak dikkate almak zorundadırlar.
374 MEHMET ALTAY KYME
Bu en yüksek dünyevî makam ile ilgili diğer bir memuriyet, Kirman Selçukluları hükümdarı Tuğrul Şah'a ait bir vesikada geçen dâdbeğ- lik makamıdır. Dâdbeğ'lik makamı, bilhassa Anadolu Selçuklu devletinde malum en yüksek adalet memuru olan emîr-i dâd'a te- kabül eder. Dâdbeg, en yüksek devlet ricalinden biridir ve ehemmiyet bakı- mından atabeg'den hemen sonra gelir. Dâdbeg kelimesinin en yüksek divân-ı mezâlimdin başı mânasına da gelmesi gerekirdi. Vazifeleri, emniyet ve nizamı kurmağa çalışmak, şikâyetleri dinlemek ve tarafsız karar vermekten ibaret- tir. En yüksek yûlûk'un reisi, devletin her yerine nâibler gönderir. Bununla şüphesiz mahallî mezâlim mahkemelerinin başları kasteddmektedir. Vdâ- yetlerin de kendi dünyevî mahkemeleri vardır. Bir vilâyet dîvân—ı mezâlim- inin başı (şâhib), valinin emrindedir. O, şikâyetleri dinler ve tarafsız hüküm verir J1.
İnzibat İşleri (polis) (93-96)
İnzibat kuvveti idare organları ellerindedir. Bu mânada iktâ sahip- lerini de bunlardan saymak gerekir. Bu makamlardan inzibat vazifesi ile tavzif edden memur, şahne'dir. Şahne kelimesi, en iyi şekilde bütün cephelerine şâmil umumî "emniyet memuru" terimi de verilebilir. Meselâ, devlet emniyetinden mesul, Selçuk- luların Bağdad askerî valisine şahne adı verilir. İster göçebe kabileler arasında muazzam bir sahada sükûn ve nizamı temine çalışsın, -bu bakım- dan askerî valilere benzerler- veya bir şehirde "polis müdürü" olarak 5 polise emir versin, vesikalarda geçen muhtelif rütbeden "polis âmirleri"ne de şahne denir. Şaftrte'lik (şahnegî) memuriyetine daima, mutad olduğu üzere, Türk soyundan subaylar tayin eddirdi.
51 Dr. Horst bu bilgiyi esas itibariyle melih tayinine dair Gıyâsii'd-din Pîrşâh (bk. Ves., vr.95 b vdd); vezir tayinine dair Gıyâsii'd-din Pîrşâh (bk. Ves.,vr. 91 a vdd); voli tayinine dair Sancar (bk.^<.,s.l6 vdd; s. 74 vdd); İl Arslan (bk. Ahk.,vr. 17 a vdd); Tekiş (bk. Teu.,s,13 vdd); Müstevfî-yi Memâlik tayinine dair Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh (bk. Fes.,vr.41 a vdd); Sâhib-i dîvân-ı farz tayinine dair yine bu hükümdar (bk. Kes.,vr.43 b vdd); Vekîl-i der tayinine dair bu hükümdar (bk. Fes.,vr. 52 a vdd; vr.48 b- 49 b vd); Dâdbeg tayinine dair Tuğrulşâh (bk. Ahk., vr.29 b vd); Reis tayinine dair Sancar(bk. At.,s.21 vdd; s.26 vdd)'a ait vesikalara dayanarak ver- miştir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 375
Şahne'lerin memuriyet sahasının büyüklüğü muhteliftir: Sancar Zamanı: Cüveyn; Gurgân, tevâbii ve bölgeleri Türkmen'leri; Dehistan ve Minkışlâk, bilhassa Türkmenler. Rey vilâyeti, Serahs Gülpaygân. Meçhul vilâyet Tuğrul Şah Zamanı: Vilâyetler (vilâyât) T e k i ş Zamanı: Cend vilâyeti
Gıyasü'd-din Pirşâh Zamanı: Nahciân Meçhul Bir Hükümdar Zamanı: Filân şehir; vilâyet
Şahneler, memuriyet sahalarının büyüklüğüne göre, (bu memuriyet sahasına) tekabül eden âmir memurlar tarafından tayin edilirler. Bir vali, bir şahne tayin edecekse, bunun herhalde vilâyet şahnesi olması gerekirdi. Daha küçük sahalarda tayin reis vasıtasiyle olurdu. Bir vesikaya göre, Cüveyn şahne'si, Sultan Sancar'ın hemşiresi Tâcü'd'dîn Bilge tara- fından tayin edilmiştir. Çünkü bu memuriyet yıllardan beri hemşiresinin dîvân'ının emrindedir. Belki de bu prenses'in bahis konusu bölgede bir iktâ'ı vardı. Bu meselede resmî vesikaya dayanan tayin, diğer hallerinde de kabul edilmesi gerektiği gibi, hükümdar eliyle oluyor. Şahne'nin doğrudan doğruya hükümdar tarafından salâhiyetli memurlar çevresinden tayin edil- diği de, ihtimal, vardır. Memuriyet bağları, hepsinde olduğu gibi, şahnelik memuriyetinde de geçer: O, aynı zamanda vali naibi (nâib—i vali) ve bun- dan başka bu sahanın iktâ sahibi olabilir. Her hâl-ü kârda şahneler, vali'- nin, reıs'in ve ikta sahibinin emrindedir.
Şahne'lerin vazifelerini ifa esnasında emirlerinde bulunan memurlar hakkında vesikalarda az bilgi vardır. Muhakkak ki, her memur gibi onun da vekili vardır.
376 MEHMET ALTAY KYME
Kedhudâ'î-yi dîvân-ı şahnegî ile, bu vekil şahnelik memuriyeti kaste dil- mesi gerekirdi. Bunun yanında şahne'nin mutad nüvvâb'ı, şu halde madun- ları, hizmetçiler (çâkirân)ı vardır. Bununla herhalde hem bürosu memur- ları, hem de polisleri kastedilebilir. Geçimi ('alef) ni bir şehrin sâkinlerinin temin ettiği, 3 atlı ve 2 yaya, şüphesiz polistirler. Şahne bütün memurları, iyi davranmazlarsa, azledebilir. Şahne'nin en mühim vazifesi, memuriyet sahası içinde sâkinlerinin sü- kûn, nizam ve refahmı teinin etmektir. 0 şehrin ve buna bağlı sahanm ve yol- ların emniyetinden mesuldür. Şehirdeki üst makamın muvafakati ile kara- kol ('ases) çıkarabilir; bilhassa tehlikeye maruz sahalara gözcüler (rukabâ) diker. Şahne, mücrimleri ve karışıklık çıkaranları ihmal etmeden takip eder, cezalandırdmaları için onları mahkemeye sevk eder, bazı hallerde ise bizzat cezalandırır. Böylece o, meselâ para cezası (urûş)nı tahsil eder ve karışıklık çıkaranlarla yol kesenlere hadd cezaları tatbik eder. Bunda o şeriat esaslarına ve kadı'mn talimatına bağlıdır ve asdler, fakihler ve din adamları ile istişare etmekle mükelleftir. Bu sırf inzibati vazifelerin yanında şahne, diğer devlet idare organlarını desteklemekle de mükelleftir. O, vergilerin tahsili esnasında 'âmil'e yardım eder ve hizmetkârlar (çâkirân) ını bu maksatla gönderir. Bunlar raiyet'i toplarlar, 'âmil'in talimatı üzerine para (sîm) tahsil ederler ve dönüş esnasın- da 'âmil'in emin maiyetini teşkil ederler. Bundan başka, muhtesib (çarşı, pazar kontrolörü) ve mütevelli de şahne'nin desteğini temin hakkına sahih- tirler. Bir vesika'da, şahne'ye mafevk reıs'in tasvibiyle nakîb tayin etmek talimatı verilir; fakat bu pek kaide olmamıştır. Şahne, memuriyeti ile ilgili hareket ve muamelelerinde şeriat esaslarına ve üstlerinin emirlerine bağlıdır. Mevkiini, müsaade edilmiyecek şekilde sö- mürmemesi, meselâ özel istekler (tam'-i hâm ve huşkdâş ve dâmgîr) de bulun- maması, kanuna tecavüzden suçlu veya şüpheli olan kimselerin kadınlarını kirletmemeleri ihtar edilir. Türkmenler üzerine tayin edilen şahne'lerin,— memuriyet sahalarının özelliği ile münasebettar— diğer vazifeleri vardır: Onlar, kabileler arasında nizamı temin ederler ve münferit göçebe başbuğlarına irsi sahalarında ot- laklarını ve sulama yerlerini, zahiren, kabileler arasında bu yüzden çabuk alevlenen ihtilafları peşinen önlemek üzere, tayin eder. Şah ne'[erin maaşları, vesikalarda, mutad olduğu üzere, kısaca ele alı- nır: Şahne, tesbit edilmiş zamanda tahsil ettiği ve raiyet'in mutad şekdde ve miktarda ödediği mutad tahsisatı ve ihsan (hulfûlc, mersûm (-ât), rüsûm)ı
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 377
alır. Bundan başka şahne, Türkmen kabilelerinden otlakiye (hukûk-i merâ'î) alır. Onun yeni bir vergi (? resm) ihdas etmesi yasak eddmiştir 52.
ŞER'İ MEMURÎYETLEB (s. 96-98)
Şerî memuriyetler, isminin de gösterdiği gibi, şu veya bu şekilde şeriat ile münasebet halinde bulunan memuriyetlerdir. Bu kategoriden en mühim memuriyet olan kadılık (kaza) ve mütevellîlik yukarda bahis ko- nusu edildi. Öteki şerî memuriyetler, muhtesiblik, nakîblik, şafiilerin reis- liği ve emâret-i hâc memuriyetleridir.
Muhtesib, muhtelif büyüklükte olabüeıı memuriyet sahası dahilinde pazar sistemini ve umumî ahlâkı kontrol eder. Bu memuriyet (hısbet, ihtisâb) ekseriya dinî bakımdan yetişmiş adama tevcih edilir; elde bulunan iki muh- tesib vesikasında bu makamda bulunanlar, imam unvanını taşırlar.
Fiatların, ölçülerin ve tartıların kontrolü yanında, müezzinlerin ve na- maz vakitlerinin nezareti, camüerin ve diğer Tanrı evlerinin, mezaristan- ların kudsiyetinin muhafazası, zimmî'lerin sarı kumaş (gıyâr) ile tanınması, camderdeki toplantı ve vaizlere kadınların sokulmamasını temin de muhte- sibin vazifeleri idi. Muhtesibler tarafından hangi gasıplar yapdabildiğini, pek büyük kısmı yasaklardan ibaret olan bir vesika gösterir. Salâhiyetlerini kötüye kullanarak hemşerderinin mülküne ve karısına sataşan veya avamın saldırmasına müsaade eden bir muhtesibin davranışı, bir putperest'in işlediği ağır günahlar gibi sayılır.
Hatib, cuma günlerinde ve bayramlarda camide hutbe okuyan ruhânî bir devlet adamıdır. Bu hutbe'nin konusu, Tanrı'ya, Peygamberi Muhammed'e ve eshâbı'na hamd, Halife'ye ve hüküm süren hüküm- dar'a duadır. Hutbeyi, mihrabta yaptığı Kur'an okuma takib eder. Hatib, aynı zamanda medrese'de müderris ve cuma namazında imam veya cami hafızlarının mütevellisi de olabilir. Hatib, memuriyetini Abbâsî örne- ğine göre siyah olan temiz bir elbise üe ifa etmek zorundadır. Hatib, maaş olarak, nâiblerine ödenen mersûm ve rüsûm'u alır.
52 Dr. Horst bu bilgiyi esas itibariyle Şahne tayinine dair Sancar (bk. At.,s. 60 vdd; s.80 vdd; s.84 vd; Ahk.,\r. 39 b vd); meçhul hükümdar (bk. Res., vr. 96 a vd); Vali tayinine dair yine Sancar (bk.^4ı., s.13 vdd; s. 69 vdd; s.67 vdd); Rüknü'd-dîn Mahmud Han (bk. At.,sA2 vdd); İl Arslan (bk. Ahk., vr. 17 a vdd) Tekiş (bk. Tev.,s. 13 vdd)'e ait vesikalara dayanarak vermiştir.
378 MEHMET ALTAY KYME
Bir medrese'de öğretim memuriyetinin sahibi, müderris ("profesör") dir. 0, okulunun talebelerinin, ulemasının ve fukahasınm öğretmeni ve müzakerecisidir. Onların gelirlerini herbirinin yaptıkıları nisbetinde o tesbit eder. Bundan başka müderris, medrese'nin ve evkafının idarecisidir. Öğretim faaliyetinde kendisini desteklemek üzere müzakereciler (mu'îdân) tayin eder. Tedris pek önemlidir; ekseriya bu vazife eski yüksek devlet ricaline tevdi edilir. O, Müderrisliği, hatiblik ve nakiblikle birlikte şahsında toplıyabilir. İslâm memleketlerinde biricik isrî asalet, eldeki vesikalarda daima Sey- yidler (sâdât) adı ile geçen Muhammed Peygamber'in ahfadının asa- letidir. Bu sınıf bugün olduğu gibi o zaman da son derece önemli idi; dünyevî kuvvetler tarafından maddî yardımlar da aldıkları için, "Seyyid" unvanı daima gayri kanunî iddialara maruz kalmıştır. Peygamber soyundan gelenlerin hakikiliğini kontrol, kendisi de Seyyid olan nakib- lik memuriyetine düşer. O Seyyidlerin bütün işleri için salâlıiyetlidir. O, Seyyidlerin şecerelerini ve neseplerini tahkik eder, Seyyidlerin ala- cakları memuriyetler hakkında karar verir ve onlara muhtelif neviden maaş- lar ve burslar öder. Sünnî islâmlığın dört mezhebinin en mühim merkezlerde temsücüerı vardı. Meselâ Kahire'de her mezhebin bir kadısı vardı. Diğer Büyük Selçuklu hükümdarları ve Hârezmşâhlar gibi Ebû Hanife mezhebi- ne sâlik olan Sancar zamanında patitaht Merv şehrinde camide hatiblik yapan -Şafiî mezhebi taraftarlarının bir- reisi vardı ki, aynı zamanda mü- derris ve evkaf mütevvelîsi idi. Keza Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh zamanında hanefilerin bir reisi vardı. İslâmiyet, her müslüman'a hayatında bir defa Mekke'ye hac yapma vazifesini verir. Muhtelif memleketlerden büyük hac kervanları yola çıkarlardı. Bunların her biri, Gıyasü'd-dîn Pîrşâh zamanında emîr-i huccâc denen bir emîrü'l-hâc tarafından sevk ve idare edilirdi. Elde mevcut vesiklara göre, hac emiri kervanının bütün ihtiyaçlarına ve emniyetine bakmak zorunda idi53.
55 Dr. Horst bu bilgiyi Muhtesib tâyinine dair Sancar (bk. At.s.82 vdd) ve Atsız veya İl Arslan (bk. Ar.,\t. 18 b vd); Hatib tayinine dair Sancar (bk./f*.,s.37 vd) ve Atsız (bk. Ahk., vr. 58 b vdd; nşr Tûy- sirkânî, s. 37 vdd); Müderrris tayinine dair Sancar (bk.yİJ.,9.6 vdd; 33 vdd); Atsız (bk. Ahk.,vı. 60 a vdd; nşr. Tûysirkânî, s.41 vd); Tekiş (Tev., s. 102 vdd) ve Gıyâsü'd-dîn Pîrşâh (Ves.,vr.71 b vdd ve 107 b vdd); Nakib tayinine dair Sancar (At.,s.63 vd; Ahk.,vr.i9 vd)'a dayanarak vermektedir.
SELÇUKLU DEVRİ TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI 379
NETİCE
Dr. Horst, bu kitabı ile Selçuklu devri Türk Tarihi'nin bir ana meselesini ele almış ve şimdiyedek gereği kadar kullanılmamış resmî vesika- lara dayanarak işlemiştir. Konu bizi yakından ilgilendirdiği ve Selçuklu teşkilâtına dair Türkçe derli-toplu bir yazı bulunmadığı için, eseri, okuyanda tam bir fikir verecek şekilde, bazan aynen, bazan da özetliyerek ve gerektiği yerde mütaleaları- mızı ilâve ederek ele aldık ve bu yazıyı meydana getirdik.
Dr. Horst'la aynı fikirde olmadığımız noktaları yerli yerinde göster- meğe çalıştık. Bilhassa daha eserin adından başlıyarak, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yapısı, vasal devlet sistemi ile eyalet idaresi gibi ana meselelerdeki fikirlerimizi belirttik. Dr. Horst'un Selçuklu devri idare taşkdâtında Türk tesirini ihmal etmesi en başta gelen kusuru sayılabilir.
Dr. Horst, eserini hazırlarken, isminden de anlaşılacağı üzere, sadece resmî vesikalara istinat etmiştir. Bu itibarla o, resmî vesikalar dışında kalan muhtelif kaynakları kullanmadığı için yapılacak tenkderi peşinen önlemiş oluyor. Eser, konu ile ilgili bütüıı resmî vesikalardan istifade edilmek suretiy- le meydana getirilmiş ilk araştırma mahsulüdür. Bununla beraber, vesika- larda verilen bütün bilgilerin ele alınıp işlendiği pek iddia edilemez. Bu dev- let teşkilâtının tatbik edildiği sosyal muhitin hiç dikkate alınmaması eserin asıl eksikliğini teşkil etmektedir. Halbuki elimizde bulunan ciddî tetkikler sayesinde bugün Selçuklular'ın hâkim oldukları sahalardaki halkın sos- yal yapısı ve tabakalaşmalarına, muhtelif tabakaların devlet ve hükümdar- lar hakkındaki düşüncelerine, telâkkilerine dair kâfi derecede fikir sahibi bulunuyoruz 54. Eğer bu cihet dikkate alınmış olsaydı, eser kuru bir iskelet olmaktan çıkacak; tâbiri caizse, canlı bir varlık hüviyeti kazanmış olacaktı.
54 Meselâ bk. H. Ritter, Das Meer der Seele, Leiden, 1955, s.104, 106 vdd. Büyük ilim ada- mının hemen hemen elli yıla varan mütemadi araştırmalarının mahsulü olan bu kıymetli eseri, batıda bile lâyık olduğu ehemmiyetle mütenasip akisler yapmamıştır. Eserden Türkiye'de ilk defa biz istifade ettik. Bk. M. A. Köymen, Türk. İslâm Ansiklo- pedisi, Sencer maddesi.
380 MEHMET ALTAY KYME
Bu eserle Selçuklu devri devlet teşküâtı hakkında -tamamlanması şüphesiz her zaman mümkün- esaslar az-çok ilmî bir şekilde ortaya konmuş- tur denebilir. Eser, yıkıldıktan sonra bile başka devletlere örnek olmakta devam eden Selçuklu devri devlet teşküâtı üzerinde daha ne kadar çalışmak gerektiğini göstermektedir. Bununla beraber Dr. Horst'un eseri, bu haliyle bile Sel- çuklu Imparatorluğu'nun iyi işleyen muntazam bir idare teşkilâtına sahip olduğunu vuzuhla ortaya koymaktadır.
Mehmed ALTAY KÖYMEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder